Nadirihsan Koçak
“Mâlek” dünyadaki varlığın,
Sahip olduğunu zannettiğin şey,
Malın, mülkün…
Zamanın düşmanı ya da zaman onların düşmanı.
Şimdi var, biraz sonra olmayan.
“Ma ilek” bir nefes…
Can gibi, bir solukta alıp bir solukta vereceğin.
“Ma ilek” (2)…
Bu mal-mülk nice insanlar gördü ey zat!
Aldanma,
Bugün var yarın yoksun.
“Ḥayy” (3)
Evvelde ve ahirde sensin
Eyy kalbimizdeki gizli sır
Ḥayy Allâh
Eyy sevgili “Kronos” (4)
Zamanın hükümranı
Aldanma,
Mal Karun nerede?
Neredesin ey Fakir Zello
Malın varlığından hiç nasiplenmeyen.
Yalın ayak mısın Antakya sokaklarında?
Ayaklarındaki çatlak,
Pantalonundaki yırtık,
İsa Amca’nın yanındaki berber dükkanınla
Neredesin fakirim?
Polisin bile ceza yazmaya kıyamadığı,
Morris minibüs ve üstündeki “Hak sever Fakir Zello” yazısı ile
Kanuni Sultan Süleyman’la aynı dünyadan geçen şahıs
Zello!
Nerdesin?
Anlatılan ve anlatılacak olanın hiçbiri senin değil,
Tıpkı
Kulaktaki fısıltının yankısı gibi
Mâ-lek ma-i-lek, mâ-lek ma-i-lek…
Emanetçisin sen,
Ben
Ve diğerleri gibi…
Kan revan içinde uyandığında ʕîzzi Wennûs saat dört buçuğu bulmuştu.
Rüya mı gerçek miydi bu terennümler, kulağa hoş bir seda veren bu lakırdılar?
“Xêr nşalla” (5), dedi ve hızlı hızlı şalvarını giydi.
“Zahîda bitt Enwor” (6) ona çoktan kahvaltısını hazırlamıştı bile,
Bakır bir sinide, sûrki b-zêt (7), ʕaṭṭûn (8), tandırda ekmek ve dün akşam yaptığı bizirgên (9)
Ve elbette ki ‘qarfe’… (10)
Sabahın ilk ışıkları (ṭaqqit il-fecir) yansırken kocamış, emektar eşeğin alnına, ʕizzi Wennûs’ün alaycı şen şakrak sesiydi geceyi gündüze teslim eden.
Gökte ay….
Çok yalnız ve albenili.
Mevsimlerden sonbahar,
Zamanlardan
Zeytin zamanı…
Başını sağa çevirir çevirmez bir de ne görsün? Aḥmad iz-Zenbûr (bir kaç tek atınca – hatta birkaç tekten fazla – yüzü eşek arısı ısırığı gibi kızardığı için “zenbûr” derler) elinde kör bıçakla hortumu kesmeye çalışıyor.
Oysa zor bela getirilmişti su o yaz ʕaydî’ye (11)
Taa Batıayaz’dan hem de…
Bir çeşme Ṭâhir Hâni’lerin yola yakın evlerinin dibine kurulur.
İşte o çeşmeden ʕizzi Wennûs evine hortum çeker, bağ bahçe işi için,
Aḥmad iz-Zenbûr bu durumdan muzdarip. Zira kendisi evine eliyle taşıyor suyu
Üstelik muhtarlık seçimlerinde ʕizzi Wennûs muhalif.
Kaçıncı kesişiydi hortumu “Yâ laṭîf! Yâ laṭîf!”
Ama bu sefer yakayı ele verecekti…
“b-arḍek, bi-sikkit dînek” (12) dedi İzzet, aceleci bir sesle.
“Wallah yê cêre immelto ḥayy” (13) der Ahmet ve anında kızarır ‘zenbûr’ misali, akabinde sırtını dönüp karanlıkta kaybolur, ilelebet…
Eşek önde İzzet çavuş arkada yoluna devam ederler Derwîş Waḥîde’nin evine doğru. Gün iyice ışımıştı. İbrahim Dîbi’nin evlerinin önünden geçerlerken arı uğuldaması şeklinde dualar gök kubbeyi arşınlıyordu çoktan.
İbrahim Dîbi, İbrahim Daʕbûl, Ḥabîb iṣ-Ṣraysîr, Şıʕbân Ḥasan Dîb ve Saʕîd il-Ḥamra kadim kuyunun dibinde ibadet ediyorlardı, bir yandan da sırayla kuyudan su çekiyorlardı zira evdekiler su bekler. Siyah bakraç, kalın ıslak ip ve bunları döndüren yuvarlağımsı tahta parçaları (dûlâb) hatırda bırakılan…Bir de arı seslerine karışan ḥızq, ḥızq, ḥızq… sesleri
Selam verip yoluna devam etti. Nasıl olsa onları her zaman görebileceğini düşündü, zaten işine de yetişmeliydi…Yûsif Ḥamîd’lerin mengenesindeki vardiyasına az kalmıştı bir de… Eşeğinin rahat rahat kişnemesi iyiye delaletti. Demek ki evden çıkmazdan önce illaki söyletmiştir şarkısını sahibine; sükûneti ondandı… Okulun solundan dönerken okul kapısının beş altı adım aşağısında şılfata (okaliptüs) ağacının hemen dibinde kurulan diğer çeşmede, toplanan kalabalığa selam verdi.
—- Allah yiʕṭîkin il-ʕâfi! (14)
Kimler yoktu ki kimler çeşmenin dibinde.
Hep bir ağızdan cevap verdiler
—Allah yʕâfîk w ysellmek (15)
Uzun uzun bir şeyler anlatıyordu Werdi il-Qzêze Waḥîde’ye, sabah sabah:
Hafiften kulak kabardı. Belli belirsiz bir şeyler duymuştu. Mihric’in, erkek torunu olmuş, Mihric nerden duymuş, öğrenmişse şeker dağıtılır diye, içip içip evdeki toz şekeri sereserpmiş, yola, arka, şuraya buraya… Bıyık altı gülüp yola devam eder İzzet.
Nihayet eşeğiyle varmışlardı Derwîş Waḥîda’nin evine.
Derwîş Waḥîda’nin evinin önündeki şılfata ağacına yaslanarak seslendi:
—-Yâ Derwîş ! Yâ Derwîş!!
Uzun boylu oluşu, uyku sersemliğiyle birleşince, Derwîş hep böyle belirirdi kahverengi demir kapı önünde. Hafif öne eğik, kamburumsu haybetiyle. Elinde asa, yüzü yarı güleç yarı asabi…
İzett, Derwîş’i görür görmez
“Meryem Meryemtî
ʕaynî Meryâma…” (16) şarkısını söyledi kavi bir sayhayla (yüksek sesle) tatlı bir hinlikle. Zaten her zaman da bunu yapardı. Derwîş bir çırpıda elinden tuttuğu gibi içeri aldı, yattığı sedirin altına elini attı “bennîge”yi (17) çekti. Birer “qarfe” doldurdu… Kixh (18) dediler aynı anda…
Derwîş’in de ondan az kalır yanı yoktu ya… Xayye Çâwûş (çavuş kardeş) tam onu öpecekken, insan hiç bayılır mı yahu dedi ve
Bi bistên bu-wlêd ʕizze
Hû w ḥabîbto, ʕên bil-ʕên
Şemmo rîḥit baʕḍin, laqqit il-îd bil-îd
Ciyyit iş-şiffe ʕaş-şiffe
Qalbo, ġişo ʕal-arḍ fawren. (19)
Dizesini anında uydurdu DERWÎŞ. Ve birer “qarfe” daha çektiler kixh diyerek. Yüzlerinde gülümseme yarına emanet…
Kepeği (nxâle) eşeğe yüklediklerinde gün epeyce ışımıştı. Birisi istiftahını güzel bir insanla yapmıştı diğeri biraz sonra yapacaktı…
Oysa ikisi de hiç itibar etmemişlerdi dünya malına…
MÂLEK MA İLEK DİYE GEÇİRİYORLARDI İÇLERİNDEN, BİRBİRLERİNE SIRTLARINI DÖNDÜKLERİNDE…
24 Şubat 2017 Gece Kixh
————————————-
Notlar:
1-Malın senin değil.
2-Senin değil.
3-Ölümsüz-sonsuz
4-Zaman tanrısı (kronolojinin türeteni)
5-Hayırdır inşallah
6- Enver’in kızı Zahide
7-Zeytinyağlı çökelek
8-El yapımı siyah zeytin
9-Biber ezmesi
10-Bir tek rakı
11-Ekinci köyü
12-Yerinde kal, dininin çatısına…
13-Komşum, vallahi yılan sandım
14-Allah afiyet versin
15-Allah (sana da) afiyet ve selamet versin
16-Meryem benim Meryem, Meryem gözüm…
17-Binlik
18-Rakı içerken boğazı rahatlatmak için söylenir, bir de mâni olarak kixh âxh ʕa li-xh (kih ah bi tane daha)
19-Bu-wlêd bahçesinde İzzet, sevgilisiyle göz göze. Kokladılar birbirlerini, el ele verdiler. Tam dudak dudağa değecekken anında bayıldılar…
(Ehlen Dergisi’nin 4. sayısında yayımlanmıştır, Mayıs 2024, Yıl:2 Sayı:4)