Ulaş Bayraktar
Antakya’ya 2023 öncesinde turist olarak birkaç kez gitmiştim; görülecek yerleri görmüş, yenilecek yemeklerin tadına bakmıştım. Fakat şehri tanıyacak kadar zaman geçirmemiş, pek kimse ile tanışmamıştım. Depremden kısa bir süre sonra gittiğimde çok farklı bir biçimde de olsa yine turisttim; gidip bir şeylerin ucundan tutmaya çalışıyor sonra hemen dönüyordum. O kadar yokluğun içinde bir de ben fazlalık olmak istemiyordum. Ama bu sefer Antakya’yı daha iyi tanıyordum. Şehir yerle yeksan olmuştu. Her köşenin bir ahı, ağıdı vardı ama hayatta kalanlar şehirlerine tutunmuşlar, onu bırakmıyorlardı. Şehir yıkılmıştı ama hemşehrilik çok daha güçlenmişti. O insanları tanıdıkça enkaz halindeki kenti çok sevdim.
Son gidişim bu yaz Evvel Temmuz sırasındaydı. Bu sefer şehirde yıkımdan çok inşaat göze çarpıyordu. Birçok tarihi yapıda hummalı restorasyon çalışmaları başlamıştı. Çok büyük bir TOKİ şantiyesinde yeni konut alanlarının inşaatı sürüyordu. Dünyanın ünlü mimarlık şirketleri ve çok mahir mimarların tasarımları ile Antakya’da yeni devasa bir yaşam alanı ortaya çıkıyordu. Tarihi yapılar restore, çağdaş konutlar hızla inşa ediliyorken Antakya’nın neye dönüşmekte olduğunu, özüne ne kadar sadık kalabileceğini düşünüyordum.
Nedir bir kentin özü? Yapılar, yollar, yeşil alanlar, mavi alanlar, tarihi ya da ticari semtler, meskûn mahaller midir? Kentin bedenini bunlar oluşturur elbette ama ruhunu veren insanlar ve insanların kendi aralarında bu beden üzerinden kurduğu ilişkidir daha ziyade. Kentin mekânı yeniden üretilecekse, insanın yapılı çevre ile kurduğu bu ilişki akılda tutulmalıdır. Çünkü mekân, Arapça etimolojik kökeni itibarıyla varoluşumuzu mümkün kılan yerdir. Bu anlamda bir şehrin yeniden inşası, mekânın yeniden üretimi bir varoluş hikayesi olarak görülmeli. Peki mekân nasıl üretilir?
Henri Lefevbre mekânın üretiminde üç farklı boyut görür. Öncelikle temsilin mekânı, kenti yasa ve tasarım boyutunda teknik olarak üretir. Kent bir çizimdir, plandır, haritadır, sayıdır. Önce bir buyruktur yani kent; mekân önce resmi bir tahayyül olarak üretilir.
Sonra o buyruk yaşam bulur. İnsanlar kâğıt üzerindeki o çizgiler üzerinde yürümeye, o dörtgenler içinde yaşamaya çalışmaya başlar. Mekânın pratikleri ile tasarım yaşam bulur. Mekânsal pratikler mekânı böyle fiziki olarak üretirler.
Fakat bu mekânsal pratikler zamanla başka bir tahayyülü doğurur. Plancının belli bir amaçla çizdiği meydanlar, sokaklar gerçek kullanıcılar için başka anlamlar kazanır. Bir köşe başında buluşulur ilk sevgili ile, ilk eylem bir meydanda olur, bir dükkân ilk siftaha evsahipliği yapar, top oynarken düşüp kolunu kırdığın yer alelade bir sokaktır aslında, unutamadığın o dizeyi ilk defa o bankta okumuşsundur, o parkta gezdirmişsindir ilk çocuğunu. Bir temsil olarak kağıt üzerinde doğan mekan kullanıcıları ile başka başka temsiller kazanır.
Bir kent yeniden inşa edilirken bu temsillerin toplamını akılda tutmak gerekir. Buna Kevin Lynch kentin imgesi adını verir. Yazara göre kent imgesi (city image), bir kentin, bireylerin zihinlerinde ve belleklerinde oluşan ve onların mekanla olan etkileşimlerini yönlendiren zihinsel haritadır. Kentlerin imgeleri, insanların kentleri anlamalarını, kentle aidiyet ilişkisi geliştirmelerini ve kenti hatırlamalarını sağlar. Lefevbre’in mekânın temsili adını verdiği mekân üretimi Lynch’te böyle kentin imgesi olur.
Antakya’da şu sıralar süren yeniden inşa faaliyetlerini düşünürken şehrin imgesini akılda tutmak önemsenmeli. Tek tek yapılar restore edilirken, yeni inşaatlar son sürat ilerlerken kentin sakinlerinin Antakya’yı nasıl algıladıklarını hesaba katmak gerekiyor. Birçok kentsel ve kişisel bellek çalışması var ve yenileri yapılıyor aslında. Hakan Mertcan’ın hazırladığı Asi Gülüşlüm kitabı bu bakımından ana referans kaynağı sayılabilir. Tuğçe Tezer afetin ilk zamanlarından beri Antakya’nın belleğini belgelemeye çalışıyor. Nehna’nın Beledna Hafıza haritası aynı amaçla yürüyen bir başka süreç. Ehlen’in sayfalarında da Antakya’nın geçmişine dair çok metin yayınlandı.
Antakya’nın geçmişine ait bu kıymetli arşivi bir kent imgesine dönüştürmek için Lynch’in metodolojisi kullanılabilir. Bunun için belli yapı ve noktalara dair toplanan bilgi ve anıların ötesinde bu kentsel öğelerin kentin hemşehrilerinin zihninde nasıl algılandığının çalışmasını yapmamız gerekiyor. Yazarın yöntemi çok basit aslında: Kentin sakinleri şehrin içinde bir gezinti yapmayı hayal ederler ve bu gezinti sırasında zihinlerinde beliren kentsel öğeleri aktarırlar. Bir park, bir yol, bir dükkân, pazar, ağaç, heykel, yapı hepsi beraber bir zihinsel bir kent eskizi oluştururlar. Kentin o kişinin zihnindeki imgesi böylece ortaya çıkar. Böyle bir çalışma tek başına Affan Kahvesi’ne dair farklı bilgi ve anıları derlemekten öte bir anlam taşır. Kahve, Kurtuluş Caddesi boyunca yapılan bir yürüyüşün bütünlüğü içinde bir öğeye dönüşür, böylesi öğelerin birlikteliği de kentin imgesini ortaya çıkarır.
Uzun lafın kısası, Antakya’nın yeniden canlanması tek tek yapıların ve alanların restorasyonu, yeniden inşasının ötesinde kentin sakinlerini şehri nasıl algıladıklarını, ona neyin üzerinden aidiyet beslediklerini anlayarak düşünülmeli. Antakya’da Diyarbakır’daki gibi “Toledo”ların peydah olmamasının yolu kentin imgesinin ortaya çıkarılarak ona sadık bir restorasyon anlayışının hâkim olmasından geçecektir.
(Ehlen Dergisi’nin 5. sayısında yayımlanmıştır, Eylül 2024, Yıl:2 Sayı:5)