Home Güncel Hatırlıyorum ve Turâbî

Hatırlıyorum ve Turâbî

Fotoğraf: Ayşegül Kurt

Mahmut Ağbaht

Hatırlıyorum, dedemlerin köyüne ziyaretlerimizi.

Hatırlıyorum, güzelim yer sofralarını.

Hatırlıyorum, sebzelerin gerçek kokuları vardı.

Hatırlıyorum, keçiler, kuzular, inekler, eşekler daha özgürdü, adları olabilirdi, onlarla her zaman sohbet edebilirdiniz.

Hatırlıyorum, küçük mağaramsı bir kayanın altındaki kaynaktan kana kana su içmiştim, berrak, tertemiz ve serindi.

Hatırlıyorum, yıllar sonra oraya tekrar gittiğimde suda paslanmış bir pil ve plastik bir şişe bulacaktım. Pil, Japonya’da imal edilmişti. Şişenin etiketi yıpranmıştı ama Coca Cola olduğu seçilebiliyordu.

Hatırlıyorum, köyde iki kaynak daha vardı. Evlere su bağlanınca gözden düşmüşlerdi.

Hatırlıyorum, filanca aile düğün kutlamasını filancanın cenazesi nedeniyle iptal etmiş diye konuşulurdu.

Hatırlıyorum, ilk dondurmayı. Dayım köye uğrayan bir dondurmacıdan çocuklara dondurma almıştı.

Hatırlıyorum, televizyonla tanıştığım ilk zamanları. Yine dedemlerin evindeydi. Kendi evimiz televizyonlaşmada geç kalacaktı.

Hatırlıyorum, bir gün Amerikan kovboy dizisi izlerken korkmuştum. Sahnede bir kovboy artarda silahını ateşliyordu. Ekran yakın çekimle tabancayı gösterince fişeğinin öldüreceğinden korkmuş odayı terk etmiştim.

Hatırlıyorum, yıllar sonra sinemada ilk filmimi izlediğimde yine ürkmüştüm. Matrix’ti.

Hatırlıyorum, bazı sahnelerde gözlerimi kapatmış, içimden bunlar sadece birinin hayal ürününden ibaret diyerek kendime telkinde bulunmuştum.

Hatırlıyorum, ninem, büyükler, bir sohbette güneş veya ay geçiyorsa ‘Alla yirziqna raḍāh Allah, bize (güneşin veya ayın) rızasını bahşetsin’ derdi.

Hatırlıyorum, yağmurdan, zeytinden söz edildiğinde ‘Alla ybārik fī (Allah, onu kutsasın, bereketlendirsin)’ denirdi.

Hatırlıyorum, bir gün kuzenimle Xıḍır bi-Şîr ir-Rûmît’teydik. Dersûnî’de dağın tepesinde Hz. Hızır makamında. Köye ve aşağısında şehre bakan bir kayaya oturmuştuk.

Hatırlıyorum, neden anadilimiz yerine Türkçe konuştuğumuzu sormuştum. Kuzenim bilmem, herhalde daha kolay olduğu için demişti. Neden dilbilime yöneldim diye, düşündüğüm zamanlarda bu diyaloğu hatırlayacaktım. Aslında o, ekonomi ve işletme okurken sanata yönelmiş drama hocası olmuştu. Bense terzilikle başlamış kendimi İsveç’te doktora yaparken bulmuştum.

Hatırlıyorum, keyifli akşamlamaları.

Hatırlıyorum, ölülerden halen yaşıyor ve söyleyecek sözleri varmış gibi konuşulurdu.

Hatırlıyorum, reankarnasyon hikayeleri anlatılırdı. Hatırlıyorum, önceki yaşamını anımsayan çocukları kıskandığım olurdu.

Hatırlıyorum, evliya hikâye ve kerametlerini.

Onlar köylerimizde, dağlarımızda yaşamışlardı.

Bir evliya, bir nehir kenarında ya da bir ağacın altında beliriverirdi.

Hollywood’dan hiçbir ‘evliya’ hatırlamıyorum.

Hatırlıyorum, taştan yapılma ziyaretleri, bazıları kapısızdı, kapılı olanlar kilitsizdi.

Onlar dışında bir mabet hatırlamıyorum.

Henüz AVMler yoktu.

Bu satırlar, İngilizce kaleme aldığım hatırattan bir kesit. Uppsala’da bir seminerde yazmaya başlamıştım. Geçen yıl mart ayının onuydu. Bulunduğumuz dersliğin parka bakan tarafı baştan aşağıya camlarla kaplı. Bu size koca koca ağaçlarla içe içe olma hissi yaşatır. Carolina Rediviva ile fakülte binaları arasında yaşam veren bu canlar, dersinize her zaman iştirak edebilirler. İşte bunun için burası Engelskaparken kampüsünde en sevdiğim dersliklerden biri.

Seminerin başlığı ‘Çarpan Bir Yürek için Şiir’di. Sofia Ahlberg, Linda Hogan’ın yazdığı ‘Song for the Turtles in the Gulf’[1] adlı eserini okudu. Ağıt niteliğinde olan bu şiir herkesi etkilemişti. Aklıma ekonomik büyüme ideolojisinin dünyamızda yarattığı tahribatlar, eylemlerimiz ve yok oluşlarına sebep olduğumuz varlıklar gelmişti. Sonra Sofia Hoca hatırlamanın önemine atfen bir parça daha okudu. Joe Braindar’ın ‘I remember (Hatırlıyorum)’ başlıklı hatıratından bir parçaydı. Hoca devamında katılımcılardan ‘Hatırlıyorum’ ile başlayan kendi cümlelerini yazmalarını istedi. Birer kalem ve kâğıt alıp sessizce yazmaya başladık. Sonra sırayla yazdıklarımızı paylaştık. Seminere kuzeyden bir arkadaşımla gitmiştim. Küçüklüğünde ninesiyle ormanda geçirdiği özel zamanlardan, yaban mersini toplamaya çıktığından söz etmişti.[2] Diğer hemen herkesin yazdıkları da çocukluk hatıralarına dairdi. Böylece kendi ‘hatırlıyorum’um doğmuş oldu. O günden beri ara ara birkaç satır ekliyorum. Bitiminde Sofia ile biraz sohbet ettik. Böylece bir yeni arkadaşlık da başlamış olacaktı.

Hatırlamanın doğasında ne var? Hatırlamanın hayatın olağan akışında, iklim krizinde, dünyada yaşanan ekolojik yıkımlarda veya felaket zamanlarında bir işlevi var mı?

İlk depremin üzerinden üç ay geçti. On binlerce insanımızı kaybettik. Allah rahmet eylesin. Hayatlarımız, geride kalan yüzbinlerce insanın hayatı hiçbir zaman aynı olmayacak. Memleketimiz en fazla etkilenen yer oldu. Doğal afetler hep vardı, hep olacak. Ancak depremin felakete, bir nevi katliama dönüşmesi acılara acı kattı. Dinmesi zor öfkeler yarattı.

Yaşadıklarımız bizlerin ayrımcılık, aç gözlülük, talan, doğa tahribatları, liyakatsizlik, ihmal, hırs üzerine ciddi ciddi düşünmesine vesile olur mu?

Yeniden inşa etmeyi konuşuyoruz.

Nasıl inşa edeceğiz peki? Nasıl inşa etmeyeceğimizi biliyor muyuz?

Asi’nin, nehirlerin, derelerin, denizin, sulak alanların, ovaların, ormanların, zeytinin, diğer varlık ve canlıların yaşam hakları ve mekanları ne olacak?

Neleri inşa etmek istiyoruz?

Dahası neleri inşa etmek istemediğimizi biliyor muyuz?

Bence yönümüzü bulmada kendi ‘hatırlıyorum’larımızın yardımı dokunacaktır.

Dilerim bu süreçte turâbî[3] olduğumuzu hatırlarız.


[1] Şiiri şu linkten okumak mümkün: https://poets.org/poem/song-turtles-gulf.

[2] İsveç’te oldukça eski, yaşlı, doğal ormanların önemli bir bölümü yakın zamanda yok olmayla karşı karşıya.

[3] Toprağa ait ve topraktan gelen anlamları içerir.

(Ehlen Dergisi’nin 1. sayısında yayımlanmıştır, Mayıs 2023, Yıl:1 Sayı:1)

Exit mobile version