Home Güncel Yeniden Kurmak

Yeniden Kurmak

Yelda Büyükaşık Güzel  (Doç. Dr. MKÜ)

Ömrüm boyunca, bir depremde enkaz altında kalmaktan korktum. Fay hatlarının ağlar ördüğü, defalarca yıkılıp yeniden inşa edilmiş bir coğrafyanın insanı olmanın, kadim atalardan aktarılmış genetik bilinçaltı mirasıdır belki de, bu yaşıma kadar hiç deneyimlememiş olsam da depremden ölesiye korkmak. 6 Şubat 2023’te korkumla yüzleştim. Korktuğumdan daha korkunçmuş: İnsanın evinin, en güvenli sığınağının olabilecek en dehşet verici mezara dönüşmesine ramak kalması; mutlu anıların fotoğraflarıyla süslü duvarların, tehditkar salınımlarla çalkalanıp çatlamaya, yıkılmaya başlaması; tavanın yaklaşıp uzaklaşması, zeminin çatırdaması; çatlayan, yıkılan duvarların,  dökülen, kırılan eşyaların hatta canhıraş feryatların sesini, bile bastıran uğultu, sarsıntının savuran şiddeti yüzünden hareket bile edememek, bir apartman dairesinin bilmem kaçıncı katında, ‘bu son saniye galiba, evladımın üstüne nasıl kapanırsam daha az acı çeker acaba’ çaresizliği ile beklemek… Biz çıkabildik ama on binlerce can, sıkışıp kaldı, yuva iken mezara dönüşen o molozlar içinde. Yağmur altında, karanlıkta tonlarca demir ve beton altından gelen çığlıklarını duyduk. Çıplak ellerimizden hiçbir şey gelmedi, ancak günler sonra ulaşabilecek bir yardımı haykırarak çağırmaktan başka hiçbir şey yapamadık… Rüyalarımda kendimi yitirdiğim dostlarımın yerinde görüyorum. Bir rüyanın elverdiği sınırlarda deneyimleyip çekmiş oldukları acıları, ağlayarak uyanıyorum…

          Biz ölmedik ama sıcacık yataklarımızdan koparılıp, bildiğimiz, alıştığımız yaşamların dışına savrulduk birkaç saniyede. Mecazi anlamda değil, gerçekten: Pijamalarımızla, yalınayak-başıkabak, beş kuruşsuz, yağmur altına, sokağa atıldık… Bundan sonra evin yok, işin yok, çocuğunun okulu yok, tanıdığın, hoşbeş etiğin insanlar, yürüdüğün sokaklar, sevdiğin kebapçı, künefeci,  yaşadığın şehir yok, git nereye gidebilirsen dedi bize deprem. Birkaç saniyede, alıştırmadan, uyku sersemiydik daha…

O gün bugündür göçebeyiz.

Memleketim bağımlılık yapar. Havasını bir kere soludun mu, sofralarına bir kere oturdun mu, asma çardakları altında bir kere soluklandın mı iflah olmazsın artık. Başka hiçbir kent, hiçbir yaşantı teselli edemez seni. İlla ki dönmek istersin. Döneceğin günün hayaliyle teselli bulursun. Bu göçebeliğin en ağır tarafı dönme hayalini bile elimizden alması. Meftunu olduğumuz kent yok. Dönecek bir yer yok. Yoksunluğun ağır boşluğuyla, yuvasız kuşlar misali, anlamsızca, amaçsızca dön babam dön… Ta ki canına tak edip, yıkılmışına bile razıyım, ben dönüyorum diyene kadar…

Döndük. İskenderun’a kadar, portakal çiçeği kokularıyla mest olup ‘yok yahu o kadar da yıkım olmamış, niye o kadar karamsarlığa kapılmışız ki’ diye teselli ede ede kendimizi, heyecanlı bir yürek çarpıntısıyla sürdük. Sonra Amanoslar’dan indik. Ova başladı. Topboğazı, Serinyol, Odabaşı, Antakya… Aman Allah!! O ilk günlerde gördüklerimiz, sonradan duyduklarımız az bile. Atom bombası mı atılmış, yer tersyüz mü olmuş? Öyle bir enkaz, öyle bir boşluk ki yer-yön bile kayıp…

Kahır dolu birkaç gün daha. Sonrası iş görmenin ve hep beraber olmanın teselli edici gücü. Çadır kur, baraka kur, elektrik bağla, suyu hallet, yemeği şu köşede pişiririz, şuraya bir masa attık mı yıldızların altında çayımızı içeriz… Sonra, civardaki telaşa şahitlik: Herkes karınca gibi, herkes bir işin ucundan tutuyor. Enkaza dönen yaşamlardan kurtarılabilecek anıları kurtarmaya çalışanlar, yeni yaşamları ufak ufak adımlarla inşa etmeye çalışanlar… Halkım çalışkandır. Kendi göbeğini kendi kesmiştir hep. Ekmeğini taştan çıkarmış, yaşamını yoktan kurmuştur: Amik’te, Çukurova’da ırgatlık, Suudi Arabistan’da işçilik, kitabına defterine sarılıp, alınteriyle en iyi okulları kazanarak fikir emekçiliği… Bu evleri tuğla tuğla emeğiyle örmüştür. Bu çardakları, bu bahçeleri emeğiyle kurmuştur. Evler gitti, bahçeler, çardaklar ayakta. Kalan sağlar ayakta, dağlarımız, Asi’miz, zeytinliklerimiz, kırlarımız, yoktan hayatlar kuran yaşama sevincimiz, direncimiz, dostluk, kardeşlik ve aile bağlarımız ayakta. Umutsuzluğa gerek var mı o zaman? Mekanlar yıkıldı diye biz de mi yıkılırız?

Yıkılmayız elbet. Depremden sonraki üçüncü ayda, buna inancım tam artık. Biz bu şehri yeniden kurarız. Hem de eskisinden daha güzel, daha sağlam kurarız. Öyle ki, tarih bizi, “Antakya, 2023 yılında, bilimin gücüne sanatın ve sevginin güzelliği katılarak, en güçlü haliyle, yıkılmayacak şekilde yeniden inşa edilene kadar yedi defa yıkılmıştır, 2023 yıkımı ise son yıkım olmuştur” diye yazar…

(Ehlen Dergisi’nin 1. sayısında yayımlanmıştır, Mayıs 2023, Yıl:1 Sayı:1)

Exit mobile version