Home Kültür Diken ve Karanfil: Filistin’in Bilinmeyen Hikâyesi (Kitap Değerlendirmesi)

Diken ve Karanfil: Filistin’in Bilinmeyen Hikâyesi (Kitap Değerlendirmesi)

Ahmet Can Yılmaz

Yahya Sinwar’ın Diken ve Karanfil adlı kitabı, 1967 yılında, tam da Altı Gün Savaşı’nın atmosferinde geçen çocukluk anılarıyla başlıyor. Han Yunus’ta, Şatii mülteci kampındaki bir evin bahçesine kazılan büyük bir hendek bir arada yaşayan iki aileye sığınak oluyor. Tüm hikâyeyi henüz okul çağına gelmemiş küçük Ahmed’in gözünden takip ediyoruz. Ahmed’in babası ve amcası ulusal mücadeleye katılmak üzere birlikte cepheye gidiyorlar. Amcasının şehit olduğu haberi bir süre sonra iki aileyi birbirine yakınlaştıran ve hatta kenetleyen bir dönüm noktası oluyor. Ahmed’in babasının hayatta olduğuna dair bir bilgi kırıntısı olsa da aile, başlarında reisleri olmadan hayata tutunmak mecburiyetinde kalıyor. Ahmed’in büyümesiyle birlikte Filistin’i içine alan, çevreleyen ve tabii bir zaman sonra onu tanımlayan şiddet-çatışma-direniş sarmalı da büyüyor ve genişliyor.

Metin boyunca arka planda Camp David Anlaşması, Lübnan’ın işgali, Sabra ve Şatilla Katliamı, Yom Kippur Savaşı, Ürdün’deki Kara Eylül Olayları, İhvan kökenli İslamcı hareketin ilk nüvelerinin bilhassa Gazze’de üniversite çevresinde ortaya çıkışı, Oslo Anlaşması gibi olayların hemen hepsi kronolojik olarak küçük Ahmed’in gelişimi, kardeşlerinin ve ailesinin yaşamında ortaya çıkan değişimlerle birlikte akıyor.

Tüm bu tarihi dönemeçler geçilirken diğer yanda bunların Filistin toplumsallaşmasındaki etkileri de ince bir gözlem gücüyle aktarılıyor. Henüz Gazze ve Batı Şeria arasında keskin bir politik ve fiziki kopuşun yaşanmadığı dönemlerde Gazze’den El Halil’e, Kudüs’e veya Ramallah’a yapılan yolculukları, Filistin’in farklı şehirleri arasındaki evlilikler, ticari ilişkiler, öğrencilik faaliyetleri gibi gündelik ve sıradan sayılan (ama bugünün Filistin’i için neredeyse imkansız kabul edilen) birçok hikayeyi izliyoruz.

Metin, 90’lara yaklaşıldığında Filistin sınırları dışından bilhassa Gazze’ye erişen İhvan’a yakın İslamcılığın çeşitli siyasal etkileşimlerle Filistinliler ve özellikle üniversiteli gençlik arasında, fiziki mekan olarak da kampüslerde nasıl kök salmaya başladığını aktarıyor. Yazarın elbette dönemin bizzat içinden yetişen biri olması, sürecin detaylarını, propagandasını yayma ve örgütlenme biçimlerini resmetmesi bakımından oldukça elverişli hale getiriyor. Fakat Yahya Sinwar küçük ve dar çevreler üzerinden ele alarak aktardığı olayları siyasi hizipleşmenin retoriğine başvurmadan anlatmayı tercih ediyor. Mesela Ahmed’in ailesindeki karakterlerin El Fetih, Halk Cephesi ve İslami Hareket arasındaki çeşitliliğini kardeşler arasında yer yer gerilime yol açan görüş farklılıkları olarak ele alırken ölçülü bir mesafeyi korumayı başarıyor. Fakat nihayetinde, Hamas hareketinin 90’lardan itibaren Filistin direnişinde öncü pozisyona geçiş süreci kitabın ‘tarihsel politik’ zeminini kuruyor demek hatalı olmaz sanıyorum.

Tabii ki hemen her sömürge toplumunda olduğu gibi işgalin yarattığı, işgalci güçlerin yol verdiği çeşitli yozlaşma pratikleri de anlatıda yer buluyor. Gençliğe yönelik uyuşturucu kullanımına teşvik, ajanlık/ajanlaştırma girişimleri halihazırda süren baskı, gözaltı, işkence ve tutuklama gibi zor aygıtlarına paralel olarak işleniyor. Filistinlilere 1948 topraklarında çalışma imkanının sağlanması toplum içindeki kırılmanın önemli ayaklarından biri olarak ele alınıyor ve metinde birçok kez -bir anlamda- bunun tartışması yapılıyor. İsraillilerle, bu çalışma imkanı dolayısıyla daha çok temas eden ve haliyle onların yaşam kültüründen etkilenen birçok insanın hayatındaki çarpıcı değişimden söz ediliyor. Bahsedilen “yozlaşma” pratiklerinin bu vesileyle daha mümkün hale geldiği belirtiliyor. Fakat Batı Şeria’daki nüfusa göre Gazze’deki kitlelerin 48 topraklarında çalışma ve Yahudilere hizmet etme konusunda daha katı olduklarının da altı çiziliyor.

Kitap 1987’de patlak veren Birinci İntifada’nın sert ve çatışmalı atmosferini Gazze özelinde neredeyse sokak sokak, cadde cadde, Gazze’yi çevreleyen kampların fiziki özellikleriyle birlikte aktarırken, Ahmed Yasin’i temsil ettiği anlaşılan Şeyh Ahmed karakteri ve onun çevresindeki gelişmelerle Hamas’ın ortaya çıkışını işliyor. Halkın ve politik hareketlerin arasında tartışması yürütülen ve kitapta da ele alınan bir başka konu işbirlikçilerin cezalandırılması meselesi. Yani işgal güçlerine çalışan ajanların genellikle kamusal alanda infaz edilmesi. Bunun zaman zaman ölçüsüz bulunduğundan ve kitleler tarafından hoş karşılanmadığından, Filistinli aydınlar arasında çeşitli tartışmalara yol açtığından söz ediliyor. Bunların dışında Kassam Tugaylarının kurucu kadrolarından İmad Akil, Hamas’ın bombalı saldırılarının mimarlarından kabul edilen Yahya Ayyaş, El Fetih’in silahlı kanadından Hüseyin Abiyat gibi birçok farklı isim romanda karakter olarak öne çıkıyor, yaptıkları eylemlerle ve öldürüldükleri operasyonların geniş anlatımlarıyla metinde önemli bir yer tutuyorlar.

Diken ve Karanfil, Yahya Sinwar’ın İsrail hapishanelerinde geçirdiği uzun tutsaklık döneminde, hapishane koşullarına dayalı olarak zor ve kısıtlı imkanlarda parça parça yazılmış ve muhtemelen yazarın üzerinde geriye dönük çalışma fırsatı bulamadığı bir ortamda yayımlanmış. Her ne kadar Türkiye’deki yayıncısı tarafından ön sözünde “bir romanda bulunması gereken olay örgüsü, karakter gelişimi, estetik kaygı, kurguya denk düşen anlatım yöntemi gibi unsur­ları ve şartları yeterince barındırmıyor” dense de, bu yorum tartışmaya açıktır. Belki teknik açıdan yeterince gelişkin olmadığı söylenebilir fakat metin bir romanda olması gereken unsurları -kusurlu veya eksik de olsa- barındırıyor bana kalırsa. Bunun yanı sıra metnin özellikle ikinci yarısında, sivil alanları da hedef alan canlı bomba eylemlerinin, işgal güçlerine yapılan gerilla tipi saldırıların fazla sayıda ve detaylarıyla yer aldığı, yer yer okuyucuyu tekrara düşürüp metinden kısmen kopardığı ve izleği zorlaştırdığı söylenebilir. Fakat yazarın bir silahlı direniş örgütünün liderlerinden olduğu ve metinde yer verdiği eylemlerin -muhtemelen çoğunun- gerçek vakalar olduğu düşünülürse, bunun coğrafi olarak mekâna ve tarihsel manada zamana hâkim olanlar için ne kadar ilgi çekici olabileceği anlaşılır. Bu sebeple metnin, bir Filistinlinin okuduğunda yaratacağı etkiyle, dışarıdan bir okurda yaratacağı etki pek tabii farklı olacaktır.

Ezcümle, 16 Ekim 2024’te işgal güçleri tarafından öldürülüşünü gösteren video kaydı sadece Filistin’de değil Dünya direnişler tarihinde de derin iz bırakacak olan Sinwar’ın kaleme aldığı Diken ve Karanfil önemli bir belgesel roman olma özelliği taşıyor. Sadece 7 Ekim’ den sonra değil, yarım yüzyıldan fazladır Filistinlilerin maruz bırakıldığı şiddet repertuvarının gündelik olaylarda nasıl açığa çıktığını göz önüne sererken, işgale karşı direnişin coşku, cesaret, hüzün ve mutlulukla örülen çehresini belirgin bir biçimde resmediyor.

Dipnot: Kitabın Ekin Yayınevi’ne ait basımını okudum. Bunun dışında Vera adlı bir yayınevine ait, hala ne amaçla yapıldığını anlayamadığım son derece kötü, özensiz biçimde yayıma hazırlanmış bir çevirisi var, bu baskının tercih edilmemesini tavsiye ederim.

Exit mobile version