Mahir Akdeniz
Antakya üzerine yazmak zor. 6 Şubat’ın öncesinde olsaydık şehrin çarşısından girer mutfağından çıkar anlatmak istediğimiz yere bir şekilde gelirdik. Şimdi ise bildiğimiz anlamıyla Antakya sadece anılarımızda var ve ona dair yazarken bağlamdan kopma ve hayallerde kaybolma tehlikesi her an yanıbaşımızda duruyor. Yine de deneyeceğim. Yazının sonunda sizleri derin bir kederle baş başa bırakmayacağım korkmayın. Öyle bir amacım yok. Tam tersine, belki bu yazının başından biraz umutlu kalkabiliriz, fakat aynı zamanda düşünceli olacağız, elbette.
Yaşadığımız tarihi olayın üzerinden oldukça uzun denebilecek bir zaman geçti. Bu süre zarfında çaresizliğin her türlüsünü tattık, ölülerimizi gömdük ve yasımızı “hayatta kalma mücadelesinin izin verdiği ölçüde” tuttuk. Artık, nostaljiye kapılmadan ve kaybolmadan, ayaklarımızı sağlam zeminlere basarak gerçek hayatımızın gerçek sorunlarını masaya yatırmanın zamanı geldi. İki ana başlıkla açmak istiyorum sizlerle olan bu sohbeti. Birincisi kent olarak Antakya diğeri de yaşayan, etten ve kemikten insanlar olarak bizim hayatlarımız.
Antakya, evimiz
Tarihte büyük yıkımlara uğramış şehirler çoktur. Bir kısmı bu yıkımların altında kalmış ve tarihin tozlu sayfalarında birer konu başlığı olarak yerini almıştır. Bir kısmı ise yıkımların altından kalkmayı başarmış ve toplumsal hayata bugün de ev sahipliği yapmaya devam etmektedir. Antakya da bu yeniden ayağa kalkabilen şehirlerden biriydi. Depremler, isyanlar, seller, yangınlar ve aklınıza ne gelirse bu şehrin başına gelmiş ama Antakya her defasında bir yolunu bulup ayağa kalkmıştı. Yine kalkacaktır, bundan kimsenin şüphesi olduğunu sanmam ama nasıl? Bu konuda bilgili biri olduğum ve öneriler sıralayacağım hissine kapılmış olabilirsiniz ama üzgünüm, ben de nasıl olacağını bilmiyorum. Sadece birlikte biraz zihin egzersizi yapacak kadar masaya sorular bırakmaya devam edebilirim.
Öncelikle bu yok olmuş şehrin altyapısı nasıl kurulacak? Şu ana kadar birilerine para kazandırma planları dışında bir şey göremedik. Bunu kenara koyalım. Soru aklımızda ve masamızda dursun. Birilerinin masasında bu sorunun cevabı, yanında para dolu çantalarla duruyor ama o cevap bize iyi gelecek seçenek değil, tek bildiğim bu. Nasıl temiz suya ulaşacağız tekrar? Kanalizasyon sistemi ne zaman tekrar sağlıklı bir şekilde işliyor olacak? Yolların yürünebilir hale gelmesi için kaç yıl beklememiz gerekecek? Yeni yollar nerede olacak ve hangi sebeple orada olacak? Daha kentin altyapısını konuşurken onlarca yeni soru düşüyor masaya. İşimiz uzun.
Kentin yeniden ayağa kalkabilmesi için gereken ekonomik kalkınma konusunda kimin ne planı var? Mağdur insanların mallarını para babalarına peşkeş çekmek gibi planlardan bahsetmiyorum tabi. Bizim daha sağlıklı bir toplum olarak ayakta durmamızı sağlayacak ekonomik planlar bahsettiğim. Sağda solda mülteci kampından bozma adına çarşı denilen yerlere esnafları tıkıştırıp, alın size yeni ekonomik hayat demek mi plan? Bu mu kenti ayağa kaldıracak olan ekonomi? İşsizlik sorunu nasıl çözülecek? Tarım ve hayvancılık yapan insanlar kurulacak olan bu yeni kentte nasıl yer alacaklar? Soru üstüne soru. Her şeye cevabımız yok ama sorularımız var, şimdilik bu da bir şeydir.
Yukarıdaki iki konu, altyapı ve ekonomi, devletin müdahalesi ve kararları çerçevesinde gelişecek tabi ki. Başka türlüsü mümkün değil. Fakat bu kararlar nasıl alınıyor? “Devlet-i Aliyye” kimlerle istişare halinde alıyor bu önemli kararları? Antakya halkı bu süreçte sadece izleyici ve çıkan faturaların ödeyicisi rolünde mi olacak? Biz bu şehirde büyük sermaye grupları zenginliğine zenginlik katarken bir şişe temiz su için kuyruklarda birbirimizi mi döveceğiz? Bunun olmaması için toplumu bir araya getirme ve bir irade oluşturma görevini kim üstlenecek? Yerel yönetimler mi? Böyle bir güçleri var, sonuçta belli bir meşruiyet ve mali gücü elinde tutan en büyük yerel aktör onlar. Peki Antakya halkının çıkarına bir iş yapmaya niyetleri var mı? Göreceğiz. Sivil toplum kuruluşları mı? Hangisinin heybesinde kimin çıkarına dair planlar var artık anlamakta zorlanıyoruz. Birçok paydaş sıralayabiliriz, ama hiçbirinden emin olamıyoruz. Bir araya gelmemize öncülük edecek olan, bizi cesaretlendirecek olan kim? Bu soruyu da diğerlerinin yanına koyalım.
Buraya kadar kentin kendisine dair bazı sorular sormaya çalıştık.
Yaşayan İnsanlar: Bizim Hayatlarımız
Şehri yeniden inşa etmek sadece binaları, yolları ve altyapıyı kurmakla olmaz, asıl inşa edilecek olan, burada yaşamış ve hala yaşamayı düşünen bizlerin hayatları. Peki, bu enkazın altında kalan hayatlarımızı nasıl toparlayacağız?
Bir yandan sevdiklerimizi kaybettik, bir yandan da evlerimizi, iş yerlerimizi, anılarımızı. Biz bu duygusal enkazı nasıl kaldıracağız? Psikolojik iyileşme dediğimiz şey, bir gün uyandığımızda sihirli bir şekilde mi gerçekleşecek? Yoksa bu süreci hızlandıracak şey, birbirimize dayanmak, yeniden bir araya gelmek, birbirimize destek olmak mı? Peki, bu toplumsal dayanışma nasıl mümkün olacak? Bu süreçte çok kapsamlı ve planlı bir şekilde verilmesi gereken profesyonel desteğin kaynağı ne olacak? Birkaç gönüllü ekibin kendi güçlerini aşan çırpınmasıyla olacak işler mi bunlar?
Deprem çocuk ve gençlerin eğitim hayatını da olabilecek en ağır şekilde etkiledi. O kadar zaman geçtikten sonra hala belirsizlikler ve karmaşa hakim bu konuya da. Bu çocuk ve gençlerin birçoğu sevdiklerini, evlerini, okullarını kaybetti. Şu anda da bir oraya bir buraya savrulup duruyorlar. Bu travmayla nasıl başa çıkacaklar? Onları sadece akademik olarak değil, psikolojik ve sosyal açıdan da destekleyecek programlara ihtiyaç var. Peki, bu konuda neler yapılacak? Psikolojik destek ve rehberlik hizmetleri nasıl sağlanacak? Bu genç nesillerin, bir yandan kaybettiklerini unutmadan diğer yandan umutla geleceğe bakabilmeleri nasıl mümkün hale gelecek? Bu soruların cevapları geleceğimizi şekillendirecek ve “ne yazık ki” sorunların çözümündeki en büyük aktör devlet olmak zorunda. Ne yazık ki deme sebebim devletin bu işlere pek de hevesli olmaması açıkçası. Yine de cevap aramak zorundayız bizler.
Gelelim sosyal bağlarımıza. Bu şehri, Antakya’yı, bildiğimiz Antakya haline getiren, insanlar ve aralarındaki benzersiz ilişkilerdi. Mahallelerin yok olması, fiziksel çevrenin hali, insanların ruhsal durumu gibi birçok sebeple bu “benzersiz ilişkiler” ciddi zarar gördü. Antakya’da yaşayan herkes bu dediğime katılacaktır. Depremle birlikte birçok insan şehirden göç etti. Bu kadar büyük bir nüfus kaybı yaşanırken, kalanların birbiriyle olan bağı da zedelendi. Peki, bu ilişkileri nasıl yeniden canlandıracağız? İnsanları bir araya getirecek, ortak yaşam alanları yaratacak, güven duygusunu tekrar inşa edecek mekanlar üretebilir miyiz? Sosyal etkinlikler, topluluk merkezleri, mahalle dayanışmaları nasıl hayata geçirilecek? Geri dönenler ve kalanlar nasıl bir araya gelecek? Bu soruların üzerinde düşünmeye devam etmekten başka çaremiz yok.
Şehrin fiziki inşası, elbet bir şekilde yapılacak (öyle ya da böyle). Ama esas soru, biz bu şehri ve toplumu nasıl yeniden inşa edeceğiz? Bu enkazdan, sadece fiziksel değil, ruhsal olarak nasıl ayağa kalkacağız? Antakya sadece binalardan ibaret değil, onu asıl Antakya yapan bizleriz; peki biz, gerçekten nasıl yeniden bir “biz” olacağız? Açıkçası bütün bu sorulara yanıt arayan, sözlü ve yazılı mecralarda fikirlerini paylaşan insanlar yok değil. Bu yazı, “Antakya’nın yeniden inşası” tartışmasına yeni sesler, yeni cevaplar hatta yeni sorular katılmasına vesile olursa ne mutlu. Sorularımızın üzerinde düşünmeye, konuşmaya, yazmaya devam ettikçe mutlaka bu umutsuz tablo içerisinde bazı çatlaklar bulacağız. Bundan fazlasını amaçlamak şu an için gücümüzü aşıyor olabilir ama hele bi çatlakları bulalım gerisi gelecektir.