Deprem: Bir Zamanlar

Şakir Baki Ün

(Merve Tokaz’ın röportajından esinlenilmiştir.)

Bir zamanlar burada bizim olan yedi katlı apartmanımız vardı. Şimdi ne bir kimsem, ne bir yatacak döşeğim, ne üstümü örtecek bir yorganım var.

Hatun Hanım, ateşler ve karabasanlar içinde solgun, uykuya daldı. Sahibi olduğu apartmanın yedinci katında, yatak odasında, yatağında yattığını sanıyordu. Burnuna çalınan ilâç kokusu ve üstündeki battaniyenin ağırlığı altında eziliyordu. Zihninde buna bir mana veremiyordu. İskenderun limanı, yatak odasından bir tablo gibi görünüyordu. Lakin, koridordan kulağına çalınan sesler odasında yankılanıyordu.

3 gün sonra;

Bilinci yavaş yavaş açılmaya başlamıştı. Gözlerini usulca araladığında tavanda sallanan, durduğu yerde durmayan askılı floransa takıldı. Gözlerini hemen geri, sıkı sıkıya kapattı. Yine deprem oluyor sanmıştı. Karanlıklara sürüklendiğini, toz bulutu içinde canavarca sesler arasında bir boşluğa külçe gibi düştüğünü, feryatları, imdat seslerini duyuyordu. Kulaklarında korkunç sesler yankılanıyordu. Kulaklarını avuçlarıyla kapattı, sıktı. Seslerle baş edemiyordu. Şimdi yine toz bulutu, çığlıklar ve yakarışlar arasından geçiyordu.

6 Şubattan bir gün önce;

Uyanmıştı. Hava mis gibi baharın müjdesini yeşil yeşil açan ağaçlardan, iyot kokusunu da denizden getiriyordu. Temiz havayı derin derin içine çekti, nefesini tuttu, sonra usul usul bıraktı. Dinçleştiğini hisseti. Hizmetine bakan beslemesi, kahve ve  pastasını geniş balkonun masasına bıraktıktan sonra, mutfağa geri dönmüştü.

Deniz, bu sabah yine gizlice Bedri Rahmi Eyüpoğlu tarafından laciverte boyanmış, pırıltılı dalgalar yuvarlana yuvarlana sahile koşuyor, beyaz köpükleriyle çakıltaşlarını yalayarak parlatıyor ve saygısızca homurdanarak geri çekiliyordu. Hatun Hanım, en çok da dalgaların geri çekilirken büründüğü koyu yeşil renginin açık yeşile, açık yeşilin bakır çalığına, renkten renge bürünmesine bakmaya doyamıyordu. Bugün müdürlüğünü yaptığı okulda öğretmenler için hazırladığı sunumu yapacaktı. Saatine baktı, vakti vardı…

6 Şubat sonrası;

Gözlerini yavaş yavaş korkarak açtı. Karşısında kendisine gülümseyerek bakan genç gönüllü hemşireyi gördü. O an her şeyi kavradı. Bir filim şeridi gibi, yaşadıkları korkunç deprem kaosunu hatırladı. Gözleri buğulandı. Sonra kendini tutamayarak hıçkırıklara boğuldu. Çünkü çok iyi biliyordu ki, hayatta kimsesi kalmamıştı.

Onun için bütün yaşamlar bitmişti. Yüreği bir kez daha acıyla sızlamıştı. Bütün yazlar, baharlar ve başlangıçlar bitmişti. Aklından sevdiği insanların isimleri geçiyordu.

Dr. Burhan Bey (eşi), Öğretmen Esin Canım ( kızı), Dr. İrfan Bey (damadı), Nihal ve Nilgün (9-5 yaşlarında, torunları), Seher (beslemeleri)

Aklından geçeni bilemezdi hemşire…

Ne ile örtülür ki, toprak! Toprakla- elbette toprakla.

(Ehlen Dergisi’nin 1. sayısında yayımlanmıştır, Mayıs 2023, Yıl:1 Sayı:1)