Doğal Tarımdan Zehirli Bir Dünyaya Doğru

İsmail Zubari

Elimizdeki bilgilere göre insanlığın yerleşik hayata geçişi yaklaşık 10 000 yıl öncesine dayanır. Zamanla bu tarih değişir mi bilemem ama ilkel toplumlarda yerleşik hayatın birinci kuralı tükettiğini üretebilmekten geçer. Yoksa yerleşik hayat olmazdı. Binlerce yıl süren bu kural insanoğlunun ulaşım yolları ve taşıma araçlarını geliştirmesi sayesinde yavaş yavaş değişmeye başlar. Artık iklim ve coğrafi şartların elvermediği ürünler uzak diyarlardan temin edilebiliyordu. İlk zamanlarda İpek Yolu ile kervanlarla, kısmen de küçük teknelerle deniz ticareti dünya siyasi tarihini etkilemiştir. Bu yolların hâkimiyeti için savaşlar yapılmış, uygarlıklar kurulup yıkılmıştır. Sanayi devrimiyle birlikte bu imkânlar devasa bir sektöre dönüşür. Artık sadece gıda değil yaşamı kolaylaştıran diğer ürünler de dolaşıma sokulur. İnsanların talepleri çeşitlendikçe ticari yelpaze ona göre genişleyerek muazzam bir gelire sahip olur. Bu servet o kadar büyüktür ki artık dünya düzenini idare eder hale gelmiştir. Orta çağda derebeylik düzeni yaşadığı topraklarda hüküm sürerken günümüzde yerini uluslararası ölçekte bir hegemonyaya bırakmıştır.

Sanayi ve teknolojinin olağanüstü gelişimi üretim araçlarını etkilemiş, insanlığın temel ihtiyaçları oldukça şekillenmiştir. Artık sadece ambardaki gıdaya mahkûm olmayan toplumlar dünyanın öbür ucunda bile olsa istedikleri ürüne ulaşabilmektedir. 

Peki üretimin bu kadar çok şekillenmesi, refahın artması, gıdaya ulaşmanın kolaylaşması ve her türlü ihtiyacın karşılanabilmesi bu kadar kolayken insanlar neden mutsuz? Üretim araçlarını elinde bulunduran sermayenin şatafatlı yaşamının yanında emekçi kesimin yetersiz ve sağlıksız beslenmesi neyle açıklanabilir? Bunun yanında küçük üreticilerin her gün artan girdi maliyetleri nedeniyle topraklarını, iş yerlerini bırakıp farklı alanlara yönelmesi beraberinde ne gibi sorunlar getirmiştir? Bu gidişat toplumları nasıl etkileyecek?

Elbette meselenin kaynağı bir sistem sorunudur. Kapitalist sistemin doymak bilmeyen aç gözlülüğü, sermayenin sınırsız iştahı ve emperyalizmin çatışmalardan kaynaklı sömürü düzeni dünyanın başına felaket getirecektir. Nitekim üretim kaynakları bol olmasına rağmen açlıktan kırılan Afrika’nın durumu bizlere önemli dersler vermektedir. Bunun yanında petrol zengini Ortadoğu, Kuzey Afrika, Güney Amerika gibi bölgelerin sürekli bir savaş ve yıkım içinde bulunmasınınsebepleri de bahsettiğimiz sistemin adaletsizliğindendir. İçinde bulundukları refah üretimden ziyade işgal ettikleri ülkelerdeki zengin kaynakları talan etmekten kaynaklanan gelişmiş ülkeler yıkıcı etkisi daha çok olan silahlar üretmek için birbiriyle yarışıyor. Dünyanın sonunu getirebilecek bu yarışta gelinen nokta hayra alamet değil. Ancak buna rağmen günümüzde sömürü yöntemleri daha farklı bir hal almıştır. 20. yüzyılda gelişen ulusal hareketler nedeniyle silah yerine maliyeti daha az olan din ve kültür ihracıyla uyuşturdukları ülkelerin kaynaklarını sömürmeye yöneldiler. Bunun yetmediği durumlarda yeniden silaha başvurmaları onlar için çok basit bir yöntem. Silah kartellerinin parayla satın aldıkları yoksul çocukları ölüme göndermek sadece bir işarete bağlı.

Emperyalizm yapısı gereği ve kendi iç çelişkileri yüzünden dünyanın başına bela olmaya devam etmektedir. Savaş baronları etnik, dini, sınıfsal kısacası bulduğu her koldan insanları birbirine düşürerek silah satmaya, kendisine itaat etmeyen kitleleri manipüle etmeye mahirdir. O’nun tek hedefi sınır tanımadan zengin kaynaklara el koymaktır. Silahla yapamadığını yerel yöneticileri aracılığıyla özgürlük ve serbest piyasa mavallarıyla kitleleri gönüllü köle durumuna sokmaktadır. 

Tüm bu anlattıklarımızın tarımla ne ilgisi var diye sorarsanız ülkemizin son yıllardaki sefaletine bir göz atmanızı öneririm. Farklılıkları zenginlik yerine tehlike olarak gören anlayışların hâkim olmasıyla ülkemiz kaynaklarını tüketen karmaşık bir cendereye sokuldu. 1970’li yıllarda okullarda ülkemizin kendi kendine yeten dünyadaki nadir ülkelerden biri olduğu ifade edilirdi. Ardından sosyal devlet anlayışı yıkılarak yerine özelleştirmeyi kutsayan liberal anlayışa bıraktı. Petrolü büyük ölçüde ithal eden ülkemizde toplu taşıma veya demiryolları yerine muazzam ölçüde kara yolu inşa ederek özel taşıtlar özendirildi. Köyler güvenlik gerekçesiyle boşaltılırken şehirler hızla büyüdü. Tarım desteklemeleri azami ölçüde kısıtlanarak aile işletmelerinin kapanması sağlandı. Artık üretmeyen ve bir fidan dikmeyi bilmeyen yeni kuşaklar ortaya çıktı. Bunun yanında lüks tüketimler moda ikonları ve iletişimin olağanüstü gelişimi sayesinde teşvik edilerek tüketici bir toplum yaratıldı. Çalışarak, üreterek kazanma yerine kolay yoldan zenginleşme meşru hale getirildi. Öyle bir anlayış yerleşti ki emeği ile geçinenlere zavallı gözüyle bakılmaya başlandı. 

Atalarımızın bin bir emekle işleyip tarım yaptıkları alanlar imara açılarak bir daha geriye dönülemez bir yıkımın kapıları aralandı. Hatay’da 1970’lerde tarım alanı kazanmak bahanesiyle kurutulup yok edilen Amik gölünün ortasına havaalanı ve yeni yerleşim bölgeleri inşa edilerek insan aklıyla dalga geçildi. Üstelik bunlar yapılırken kitleleri peşinden sürükleyen siyasiler alkışlattırıldı. Buna karşı çıkan bilim adamlarının uyarıları hiçbir zaman dikkate alınmadı. Artık pamuk ve buğday ambarı olan Amik ovası şimdi sanayi siteleriyle kirli yağlara boğulmuş durumda. 

Amik gölünün kurutulmasıyla Hatay’ın iklimi bile değişti. Bölgenin ekolojik yapısı olumsuz etkilendi. Gölde yapılan balıkçılık yok edildi. Türkiye’de sadece Amik gölünde yaşamını sürdüren Yılanboyun adlı kuş türü yok oldu, aşırı sulama nedeniyle yer altı suları yüzlerce metre aşağıya çekildi. Bölgenin graben yapıda (çöküntü alanı) olması yüzünden yapılan yatırımlar verimli olmaktan çok uzak. Nitekim 6 Şubat 2023 yılında yaşadığımız depremde oluşan kırıklar yüzünden havaalanı bir yıldan daha uzun bir süre kullanılamadı. 

Samandağ’da 1997 yılında alınan belediye meclis kararıyla Asi Nehrinin oluşturduğu delta ovasında 1. sınıf tarım arazileri hatta sulak alanlar bile imara açıldı. Bununla yetinilmeyerek ovanın tam kalbinden 40 metreden daha geniş bir çevre yolu geçirilerek binlerce dönüm tarım arazisi üzerine zift ve beton döküldü. Bu yıkım hızla devam ediyor. Yolun çevresinde yeni inşa edilen iş alanları bahçelerin sökülüp betona gömülmeleriyle sonuçlanıyor. Eskiden sulama amaçlı motor sesleriyle çınlayan ovada artık otomobillerin sesi ve egzoz gazlarının zehiri hâkim olmaya başladı. 

Yerel veya devletin üst makamları bu olumsuz gidişe dur demezse eskiden bereket fışkıran bu topraklarda artık yoksunluğun ve yoksulluğun canavarı üreyecek. Önümüzdeki zamanlarda doğal ürünler yerine laboratuvarlarda üretilen yapay ürünler insanlığın önüne sürülecek. Zaten bunun denemeleri yavaş yavaş önümüze gelmekte. Bizler bu gidişe engel olamazsak kapitalizm dünyayı yaşanmaz hale getirdikten sonra uzayda kendine yeni yerler inşa ederek bu dünyadan defolup gidecektir. Ancak geride zehirli bir dünya ve hastalıklı yaşamlar bırakmış olacak.

Önümüzdeki süreçte tarıma yeniden değinmeye çalışacağım.

(Ehlen Dergisi’nin 4. sayısında yayımlanmıştır, Mayıs 2024, Yıl:2 Sayı:4)