Yeni (!) Suriye: İstikrarsızlık, Tehdit ve Umut

Hasan Durkal

Aslında yakın bir zamana kadar Beşşar Esad’ın ülkesini istikrarsızlaştıran güçler tarafından (örneğin Erdoğan) tekrar muhatap alınmaya çalışıldığı görülüyordu ve bu durumun kendisinin uluslararası düzeyde meşruiyetini tekrar artırabileceği beklentisi oluşturmuştu. Ancak olaylar çok farklı gelişti. 14 yıllık savaş 12 günlük bir operasyonun sonunda bitti. Kentlerde hiçbir direniş olmadan Esad iktidarının sonlanması beraberinde ardı arkası gelmeyen spekülasyonları ve iddiaları getirdi ve bu tarz spekülasyonlar belki de yıllar boyunca devam edecek. Bildiğimiz bir şey var, rejim çok hızlı bir şekilde çöktü.

Soykırımcı İsrail Devleti bir yılı aşkın bir süredir Direniş Ekseni’nine yönelik giriştiği kapsamlı savaşta önce Hamas’ın önder kadrolarını, ardından Hizbullah’ın önder kadrolarını ve direnişin en karizmatik lideri Hasan Nasrallah’ı katletti. Peşi sıra NATO/batı güdümlü silahlı çetelerin Humus, Halep ve Şam’ı ele geçirmeleri ile birlikte İran-Filistin hattının kırılması, Direniş Ekseni’ne yönelik şimdilik net bir zaferin ilanı anlamına geliyordu.

Batı medyası olsun, Körfez medyası olsun, Türkiye medyası olsun yaşananlardan son derece memnunlardı ve olan biten tüm dünyaya bir “devrim” olarak lanse ediliyordu. Heyet Tahrir Şam öncülüğündeki cihatçı koalisyon şimdi yeni(!) Suriye’nin yönetimine talip. Şam’ın yeni hâkimi olarak ilan edilen Muhammed El Colani için genel olarak bir imaj çalışması başlatıldı. “Ilımlılık, laiklik, demokrasi” gibi ifadeler oluşturulan bu imajın merkezine konuldu.

“Ilımlılık” Tutar mı?

Ne var ki ne Colani’nin ne de iktidar ortaklarının geçmişteki CV’si böyle bir ılımlılığa müsaade etmeyecek gibi görünüyor. Geçmişte IŞİD’in Suriye emiri olarak ortaya çıkan Colani, El Kaide’ye biat etmiş ardından da Nusra Cephesi’nin Heyet Tahrir Şam adıyla yola devam etmesine öncülük etmişti. Bu geçmiş, Suriye’nin bugününü belirlemeye çalışan güçlerin hiçbir manipülasyonla gizlenemeyecek derecede açık kimliğidir. Tam da bu nedenle Esad’ın devrilmesinde rol oynayan güçlerin ortak bir şekilde ifade ettiklerinin aksine bahsi geçen cihatçı örgütlerin Suriye’ye dikmekte oldukları elbise Suriye’ye uymuyor. Dolayısıyla şu tespiti söylemek güç değil: Suriye halklarını uzun süreli bir istikrarsızlık bekliyor.

İstikrarsızlığın ve yer yer kaotik ortamın hüküm süreceğini görmek zor değil. Birincisi elimizde Irak, Libya gibi örnekler var. Her ne kadar batılı güçler ile bölgesel güçler geçmişten ders aldıklarını ifade etseler de sahada bir güç mücadelesi verildiği için taraflara vekalet eden farklı cihatçı örgütler söz konusu. Ama hepsinden önemlisi kendi cihatçı ontolojileri olan, kendi ideolojik dünyaları tarafından belirlenen silahlı güçlere laik, ılımlı ya da Suriye’nin kültürel zenginliğini dikkate alacak bir rejim kurdurmaya çalışmanın son derece ahmakça bir düşünce olmasıdır.

Bu örgütlerin bir hakimiyet kuracak düzenli orduya dönüşmesi bahsettiğim çelişkilerden dolayı imkânsızdır. Hele hele bir de ülkenin kuzeyinde toplama bir yağma çetesi olan SMO varsa. AKP/MHP’nin Suriye’deki vekil gücü olan bu düzensiz çeteler batı ile olası anlaşmazlıklarda Suriye’nin istikrarsızlaştırılması için kullanılacaktır. Benzer hesapları muhtemelen kimi körfez ülkeleri, İngiltere, ABD ya da Fransa da yapıyordur. Her birinin istihbarat birimlerinin ve onlara bağlı silahlı çetelerinin sahada fink attığını düşünürsek bu durum olasılık dışı değil.

Ilımlı olarak lanse edilen çetelerin önce Dürzi halkına, ardından Hristiyan ve Arap Alevi halkına karşı başlattıkları baskı ve katliamlar yukarıdaki tezimizi güçlendiriyor. Batılı medya kanallarına çıkarak ılımlı imajı vermeye çalışan Colani’nin söylemlerinin aksine sahada kontrollü olup olmadığını tam olarak bilmediğimiz (bunun çok da bir önemi yok) bir katliam yaşanıyor. Halep’te, Hama’da, Humus’ta Alevilere karşı başlatılan cadı avı Lazkiye ve Tartus gibi Alevi yurtlarına sıçradı. Sokak ortasında infazların, işkencelerin, aşağılamaların yaşanmaya başlaması uzun süre devam edecek olan istikrarsızlığın ilanı olmuştur.

Siyasal Alevilik Saldırısı ne Anlama Geliyor?

Bahsi geçen katliamların, kaçırmaların, işkencenin ve aşağılamanın bir yansıması Türkiye sınırları içerisinde oldu. Sednaya Hapishanesi batılı basının ve ülkemizde de iktidar yanlısı basının propaganda malzemesi oldu. Burada neler yaşandığı ve medyada servis edilen görüntülerin hangilerinin gerçek oldukları, hangilerinin propaganda amacıyla servis edilen yalan görüntüler oldukları gerçekten bağımsız bir hakikat komisyonunun işidir. Bizi asıl ilgilendiren kısım Sednaya Hapishanesi üzerinden pompalanan mezhepçi nefrettir. Bu nefret politikalarının kendini bilmez birkaç trolün işi olmadığı ve iktidar odakları tarafından organize edildikleri çok açık. Esad döneminde yaşanmış/yaşanmış olması muhtemel birçok adaletsizlik bir bütün olarak Arap Alevi halkına fatura ediliyor. Hiç kimse çıkıp siyasal iktidar/halk ayrımı yapmıyor, bilinçli bir şekilde bulandırılan suda Arap Alevi halkına yönelik tarihsel nefret kusuluyor.

Sednaya Hapishanesi üzerinden başlatılan yoğun medya propagandası hızla nefret söylemine dönüştürüldü. AKP/MHP iktidarının yalan, propaganda ve manipülasyon aygıtı olarak kurulan İletişim Daire Başkanlığı tarafından üretildiği ve trollere servis edildiği anlaşılan Siyasal Alevilik troller arasında yeni trend.  Sosyal medya trolleri ile sözüm ona köşe yazarları/gazeteciler aracılığıyla dolaşıma sokulan, tek sesli bir koro halinde dillendirilen bu kavram büyük bir saldırı planının bir parçasını oluşturuyor ve adeta geniş bir iddianamenin alt yapısı olarak kullanılmak isteniyor. Öyle ki troller ve köşe yazarları “Siyasal Aleviler” listesi bile hazırladılar.

“Siyasal İslam” kavramının karşısına koyulmak için uydurulan bu kavram rastgele ortaya atılan bir kavram olmaktan ziyade uygun koşulların oluşması durumunda bertaraf edilecek isimleri uyduruk bir iddianamenin içerisine hapsetmeye çalışıyor. Ancak özensiz bir kavramsallaştırma bu. Birinci olarak şunu söylemek gerekir, yeryüzündeki her inanç sisteminin ister istemez siyasal alana açılan bir doğası vardır. Adalet, hak, yönetim, hukuk gibi olguların tarihi ile din ve inançların tarihi zaten iç içedir. Neticede inanç sistemlerine her zaman zaten bir toplumsal düzen iddiası içkindir. Bu bakımdan her inanç sistemi içerisinde siyasallık mevcuttur. Bu kısım her inanç için geçerlidir.

İkinci olarak Aleviliğin/Arap Aleviliğinin başka bir siyasallığı vardır. Yüzyıllardır Sünni İslam’ın kimi yorumları tarafından sapkın/heretik/rafızi vb. olarak yaftalanan ve bu yüzden katliamlar ve asimilasyonun sürekli hedefi haline gelen Alevilik bu imha ve asimilasyona karşı kendi varlık koşulları çerçevesinde direniş refleksleri geliştirmiştir. Medenileştirme, doğru yola getirme, ehlileştirme gibi sınıflı toplum motivasyonlarıyla kendi içinde kapalı ve komünal bir yaşam süren Alevi topluluklarına bitmek bilmeyen saldırılar tarih boyunca gerçekleştirilmiştir. Alevilerin bu saldırılara refleksleri ise direniş olmuştur. Kendi içlerinde dayanışmacı, ortakçı bir yaşantı süren Aleviler süreklileşmiş bu saldırılar karşısında yaşamsal bir refleks olarak direniş geliştirmişlerdir.

Alevilerin/Arap Alevilerinin tarihi; zulmün, katliamların ve baskının tarihi olarak okunabileceği gibi direnişlerin, isyanların ve örgütlülüğün tarihi olarak da rahatlıkla okunabilir. Bu tarih günümüze kadar bu çatışmanın tarihi olarak gelmiştir. Modern dünyada da bu çatışma kendi güncelliğiyle sürmektedir. Mezhepçi nefrete ve asimilasyon politikalarının günümüzdeki en taze ve güncel olay ve olgularını sıralamak gerekirse Maraş, Sivas, Çorum gibi katliamları, Suriye savaşı ile yükseltilen mezhepçi nefreti, zorunlu din dersleri saldırılarını, ibadethane inkârı saldırılarını sayabiliriz.

İşte tüm bu birikmiş saldırı konseptine karşı Aleviler/Arap Aleviler zaten siyasal bir direniş içerisindedir. Alevi örgütlenmeleri birçok siyasal talep içeren bir siyasal hareket biçimindedir. Zorunlu din derslerinin kaldırılması, cemevlerinin ibadethane statüsü kazanması, laikliğin önünde en büyük engellerden birisi olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın lağvedilmesi ve devletin hiçbir dinin tarafını seçmemesi böylece mezhepçi bir ayrımcılığın koşullarının ortadan kalkması gibi talepler son derece siyasal taleplerdir. Arap Aleviliğinin gündemi de anadili mücadelesi de dâhil edildiğinde aşağı yukarı bu gündeme tabidir.

Demek istediğim Alevilerin bir bütün olarak bu mezhepçi düzenden alacakları vardır. Yakıt gücünün tarihten gelen direnişçi geleneğinden alan bu alacak mücadelesi zaten doğal olarak Alevi toplumlarını siyasallaştırmaktadır. Siyasal Alevilik saldırısı tam da bu bağlamda anlam kazanmaktadır. Bu kavramı dolaşıma sokanlar açıkça şunu söylüyorlar: “Yoğun mezhepçi saldırılara karşı tepki geliştirirseniz sonunuz geçmişteki gibi olur.” Bunlar olan bitenden çıkarılan zorlama anlamlar değil, bu satırların yazıldığı zaman zarfında iktidar aparatı Yeni Şafak gazetesinin köşe yazarları bunu açıkça ifade etmişler, Arap Alevi halkını açıkça tehdit etmişlerdir.

Esad yönetimi dönemini “Nusayri azınlığın diktası” olarak niteleyen iktidar medyası ve trolleri böylece Arap Alevi halkını hedefe koymanın kolay bir yolunu bulmuştu. Bu tartışmaya girmenin önemli olduğunu düşünüyorum. Esad rejimini aklamak için değil Türkiye’deki tekçi rejimin niteliğini ortaya koymak için.

Devletin küçük bir mezhepsel azınlığın elinde olduğu iddiasıyla rejim döneminde yaşanan her olay Arap Alevi halkına fatura edilmeye çalışılıyor. Oysa Baas rejiminin bir Alevi diktası olduğu büyük bir yalandır. Baas’ın yönetici kadrolarının önemli bir kısmı zaten Alevi değildi. Ancak bir siyasal rejim pratiklerle oluştuğu için pratiklere göz atmak daha belirleyici. Mesela Alevilik hukuku kamu hukukunu belirlemezdi. Ama bizim ülkemizde Sünni hukuk normları genel hukuk normları haline getirilmeye çalışılıyor, laik hukuk normlarının kalıntıları bir bir yok edilmeye çalışılıyor. Mesela Esad döneminde Arap Aleviliği inancı zorunlu din dersi olarak devlet okullarında okutulmadı. Ama bizim ülkemizde Sünni Müslümanlığın Hanefi kolunun bir yorumu yazılı olmasa da devletin resmi dini konumundadır, din dersi olarak zorunlu bir şekilde her çocuğa okutulur. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Kaldı ki bu trollerin iddiaları doğru olsaydı bile yaşanan her bir olayın adaletsizliğin faturasını Alevilere kesmek her bakımdan mantık dışıdır. Niyet mezhepçi nefreti kusmaktır.

Siyasal Alevilik olarak adlandırdıkları şey, baskı, asimilasyon ve mezhepçi nefrete karşı direnç oluşturmak, mezhepçi devletin doğasını teşhir etmekten başka bir şey değil. Alevileri rahat rahat, bir dirençle karşılaşmadan yok etme fantezilerinin ürünü olan bu adlandırma Aleviler için gurur nişanesidir. Evet, Aleviler zaten siyasaldır ve siyasal olmak zorundadır. Siyasallık Aleviliğin yaşamsal koşuludur.

Umut Var mı?

Suriye’deki gelişmelerle birlikte son bir yılı aşkındır tüm bölgede yaşana gelişmeler bölgedeki haklarda doğal olarak ciddi bir moralsizlik ve tedirginlik yaratıyor. Öyle ya batı emperyalizmine bölgesel güçlere karşı direnen direnişçi güçlerin önder kadroları tasfiye edilmiş, soykırımcı İsrail Devleti’nin moral üstünlüğü yakalamasının yanı sıra katliamcılıklarıyla meşhur çeteler iktidara gelmiştir. Halklar açısından gerçekten karamsar bir tablo söz konusu. Özellikle Arap Alevi halkının yaşadığı korku hat safhadadır.

Arap Alevi halkının 61 yıllık seküler Baas rejimi altında inanç konusunda diğer dönemlere görece daha az baskı görerek yaşamaları zaten tarihsel bir istisnadır. Çünkü 1300 yıllık Arap Alevi tarihinde söz konusu 61 yılın fazla bir örneği yok. Belki kısa süreli Hamdani iktidarında benzer bir durum söz konusu idi. Ancak neredeyse geri kalan tüm Arap Alevi tarihi, Arap Alevilerin yer yer diken üstünde yaşadıkları yer yer katliamlara uğradıkları yer yer yurtlarından sürgün edildikleri sekanslarla dolu. Ama daha önemlisi tüm bu saldırılara karşı direnerek kendi yaşamlarını mümkün kıldıkları bir tarihtir bu.

Tarih boyunca Arap Alevi halkının varlığı direnişle, mücadeleyle mümkün oldu. Bundan sonra da öyle olacaktır. Emevîlerden Abbasilere, Haçlı ordularından Eyyübilere, Memlüklere, Osmanlı’ya her dönem her koşulda bu baskıyı yaşadı Arap Alevileri. Bu baskıya karşı mücadele ettiler. Şimdiki görev de tam olarak tarihte yapılanı tekrarlamak. Baskı ve katliamlara karşı direnmek. Demokratik/halkçı bir Ortadoğu kurulmadan nihai olarak huzura erinemeyeceği çok açık.

Suriye’ye biçilen katliamcı mezhepçi/tekçi rejim direnişle karşılaşamaya yazgılıdır. Nitekim de bunun örneklerini gördük. Bu yüzden Arap Alevi halkı Suriye’deki mücadelede yalnız değildir. Dürzi halkının, Hristiyan halkların, Arap Alevi halkının, Kürt halkının yanı sıra yaşanmış uzun süreli sekülerliğin belirlediği Sünni Arap halkının tepkileri dikkate değerdir. Suriye halkları daha ilk zamanlardan itibaren dayatılan rejimi de kaosu da reddetme eğilimindedir. Umut tam olarak buradadır. Suriye halkları gerçek bir halk devriminin peşinde gitmeye yazgılıdırlar. İlk günlerden itibaren HTŞ liderlerinin laiklik sloganlarıyla protesto edilmeleri, her bir topluluğun kendi yaşamsal reflekslerini ortaya çıkarması çeşitliliğe dayalı halkçı bir zeminin ortaya çıkma olasılıklarını güçlendiriyor. Halkların kaderi bir kez daha birlikte mücadeleye bağlı olarak şekilleniyor. Tek çıkış yolu da budur. Umut da buradadır.

(Ehlen Dergisi’nin 6. sayısında yayımlanmıştır, Ocak 2025, Yıl:3 Sayı:6)