Home Kültür Musab Kaybederse 

Musab Kaybederse 

Mustafa Kemal Ersöz

L.Cohen- Famous Blue Raincoat

Ben Judas! Ah! Judas mı dedim? Özür dilerim ve bunu çok sık yaparım!  Dikkate almayabilirsiniz.  Ben Musab! Bu aralar her şeyi karıştırıyorum. Çoktur her şeyi birbirine karıştırıyorum! Helali harama, güzeli çirkine, iyiyi kötüye, temizi kirliye! Adımı bile! Hatta adımı iğrenç suçlara bile!  Evet öyle işte her şeyi karıştırıyorum. Her şeyi berbat ediyorum!

Kusura bakmayın, kafam epey dağınık. Sanırım biraz durup bir gürz darbesiyle darmadağın edilmiş hissettiğim kafamı toparlamam gerekli! Bu biraz zaman alabilir. Takdir edersiniz ki tablo berbat vahim!

 Her neyse kimdim ben? Ben Musab! Artık bundan eminim.  Uzun bir yola mahkûm edildim! Bu kadar uzun olmasını hiç istemezdim! Aman! Size asıl bahsetmek istediğim şey bu değil! Aslında biliyor musunuz? Neden bahsettiğimi bile bilmiyorum ama daha da kötüsünü söyleyeyim mi?  Oldum olası neden bahsettiğimi bilemedim! Yalın hakikati, hayatı, mesuliyeti, şeylerin kıymetini tüm bunların ağırlığını hiçbir zaman bilemedim!  Dünyayla, insanlarla aramda hep bir mesafe olageldi! Ta ki betona çakılana değin maddi gerçekliği anlayamadım! Çakılana ve buz gibi gerçeklerle en can yakıcı biçimde yüzleşene değin düşüş boyunca şu ana kadar her şey yolunda diyerek kendimi yalanlarla avuttum! Kendimi kandırdığımda gerçeklikten kaçabileceğimi, herkesi kandırabileceğimi düşündüm! Kendimden başka kimseyi kandıramadım! Meziyet bildiğim hezeyanlarım felaketim oldular! El-hak yanıldığım muhakkak, yenildiğim kesin.

  Karanlık zihnimde sözcüklerle yaşadım! Sözcüklere iman ettim! Hikayelere, masallara, efsanelere, şarkılara, marşlara, sloganlara yani yalana meftundum ben!  Nihayet gittikçe boşalan yolların ortasında büsbütün bir yalandan ibaretim!  Ben ve dahi benimle ilgili olan her şey belki de şu an kıçımı acıtıp duran şu rahatsız sandalyenin üzerindeki kara, kambur varlığım bile bir yalandan ibaret! Ya da belki de sadece her şeyi berbat ettiğim şu berbat öğleden sonra her şey bana berbat geliyordur. Ben ve karanlık berbat zihnim yine her şeyi lüzumundan fazla abartıyoruzdur.  Öyleyse şöyle söyleyeyim: en azından şu an için yavan ve yalan hayatımdaki her şey, yaşadığım ne varsa en mutlu anlarım, en felaket anlarım, tüm anılarım ve göğün altında söylediğim her şey kızzıp u fadi geliyor! Neyse ne bir sigara içmem gerekiyor. Nerede kaldığımı hatırlatın zira nerede olduğumu, ne yaptığımı çok sık karıştırıyorum.

 Biliyor musunuz? sigara içmek için dışarı çıkma işine bir türlü alışamadım ama alışmam gerek. Sigarayı bırakmama yardımcı olmaya çalışan psikolog öyle söyledi. Alışkanlıklarımızdan kurtulabilmek için yeni alışkanlıklar edinmemiz gerekirmiş. Bu daha önce neden hiç aklıma gelmedi ki?  Zaten hep sonradan gelir aklım başıma, hep sonradan; bu da işte benim bir sürü kötü alışkanlığımdan biri! 

Her neyse nerede kalmıştık? Ha! Ben Musab, bana bu ismi şimdilerde benim gibi yüz çevrilmiş olan, affedilemez bir suç işlemiş, yüzlerine tükürülesi çok suçlu kimseler vermişti. Galiba suç ve suçlulara fıtri bir meyilim var. Paçamı bir türlü sıyıramıyorum! Boka batıp duruyorum. Her neyse öyle işte hakiki Musab çok kıyak, çok hakikatli biri olduğu için ben de kendime bu ismi uygun buldum. Yoksa size daha önce hiç söylemedim ama benim müstesna bir insana atfen verilmiş çok güzel, gerçek bir ismim var.

 Bana binlerce kez lanet olsun! Konuya bir türlü giremiyorum. Konuyu bile bulamıyorum. Uzun uzadıya, kopuk, kifayetiz, manasız monologlarımın içerisinde, sefil aklımın sefaletinde boğuluyorum. Sıkıldığınızı, dikkatinizin dağıldığını fark edebiliyorum. Tüm bu meyyus, bedbin saçmalıklar da neyin nesi dediğinizi duyar gibiyim. Sizin gibi hayatını bir şekilde rayında tutmayı başarmış. Sürdürmeyi sürdürebilen, muvaffak ve temiz insanların, mahûf bir suç işlemiş mücrim birinin çarpık zihnine yabancı olduğunuzu, onu anlamakta zorlandığınızı biliyorum. Beni anlayabilmenizi, mazur görmenizi, affedilebilmeyi, temize çıkmayı beklemiyorum. Bunu hakketmiyorum da! 

 Ah saygıdeğer dostlarım, feci bir cürüm işlemiş, cürmünün habis fıtratından, hastalıklı zihninden, berbat alışkanlıklarından, zayıf kişiliğinden doğduğunu adı gibi bilen, bu gerçekten kaçamayan, bu zelil gerçeklikle yüzleşmek zorunda olan, işlediği suçun lekesini anlında, arını yüreğinde, ağırlığını sırtında taşıyan, mesuliyetini kabullenen suçlu kimselerin halet-i ruhiyesi işte böyledir! Dilemmalar, çelişkiler, çığlıklar, çöküntü, buhran, umutsuzluk, kendine duyulan öfke, kendine dönük derin bir nefret ve gayya kuyularıyla doludur. İnanın bana insanın kendi vicdanında daha beter bir işkence hane, kendi aklından daha zifiri bir hücre yoktur.  El-an tüm bu zırvalıkları sayıklarken sol meme ucumun üç parmak altında bir çivi kalbimi deşiyor.

 Veyl ki şu sol yanımdaki sıkıntıdan kendimi kurtarabilsem, şu göğsümdeki daraltıdan kendimi sıyırabilsem, korkuya, kaygıya, teslim olan aklım şu vesveselerden arınabilse size kendimi tastamam, olup biteni en sarih haliyle anlatacağım, hiç değilse kendime anlatacağım! Kendimi anlayamıyorum! Kendimi anlatamıyorum da! Oysa bilseydiniz benim sevgili dostlarım ben de insanlar içinde, bir insandım.  Belki herkesten biraz daha tenha, belki herkesten biraz daha yalnızlığa düşkün, belki herkesten biraz da suskun, kendine kastetmiş, kendine azmetmiş, biraz da kendini bilhassa tanımsız bırakmış, kendini bir başkasıyla tanımlamaktan, kendini bir başkasıyla sınamaktan ürken, kendini açmakta zorlanan, loş odalarda sessizliğin doyurduğu, benliğinin çatlakları arasında sıkışmış lüzumdan fazla efkârlı biriydim. Ağır başlı kitaplar arasından, yangınlar alevinden geçip de gelen herhangi bir insandım.  Her insan gibi günahları, sevapları, hayırları, hataları, açmazları, çelişkileri, tuhaf huyları, saçma alışkanlıkları, yetmezlikleriyle, boynunda yaşamak ağrısı, derinlerinde inceden bir varoluş sancısıyla, herhangi bir insanın birikimine sahip epitopu düz insan, bazı insan, karanlık insandım. 

Şimdi hepimiz için inanması güç ama yüreğim her sabah bir devrimcinin yüreğiydi. Kendinden ziyade başkaları için çarpan, yüzlerini dahi görmediği kimselerin dertlerini, görmediği yerlerdeki ızdırapları kendi derdinden daha çok dert edinen, kendinden başka herkes için yaşayan, kendinden başka herkesten bahseden, kendinden başka herkese hak veren, kendini ihmal eden, başkalarının mutluluğu için kendini göz ardı etmeye gönüllü, kendi için neredeyse hiçbir şey istemeyen, isteyemeyen, ancak vermekle mutlu olabilen, kendinde olmayanı bile vermeye nazır, kendini fedaya hazır yorgun, meczup bir Don Kişot’tu yüreğim. Ben, mesul olmadığım şeylere kendini mesul hisseden kişiydim. Dizlerim kabil değilken mecali dahi yokken içimden biri “Run Forrest Run!’’  diye sesleniyordu.  Evsiz köpeklere, yuva yapan kuşlara, çocuklara ah en çok çocuklara, yaşlılara, yoksullara, mazlumlara, mağdurlara, kenardakilere, dilencilere, insanlara, dünyaya karşı sevgiyle, şefkatle dolu yüreğimde kendimden başka herkese yer vardı. Yüreğime bir ben sığamıyordum. Kendime kendimde bir yer açamıyordum. Benimle dünya arasındaki bitimsiz kavgada kendimden başka herkesten taraftım ben!  Sözüm ona ben Musab işte! Bir yetimin en afili yoldaşı! Oysa yalnızca mahzun bakışlı, mülayim,bızık-pırt bir oğlan çocuğuydum!

Gelgelelim, Beter, bana kısmetmiş! Bunu size mutlaka söylemeliyim benim yüce gönüllü dostlarım! Ben, o meşhur hikayedeki gibi bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığımda, kendimi yatağımda devcileyin bir böceğe dönüşmüş olarak bulmadım. Ben beynimin içinde bir tarantulayla doğdum! Beynimin en karanlık, en ücra, en kirli kıyı-köşelerinde yuvalandı. Ben büyürken benimle büyüdü, beynime ağlar ördü, karanlık yanlarımı gıdıkladı, beni karanlık tarafa çağırdı. Zayıflığımı, zafiyetlerimi, zihnimin kuyularına düşmemi kolladı.  Adımın silikleştiği, adımın özlemle anılmadığı vakitlerde, kendime ve kimseye umut veremediğim zamanlarımda, olmamışlıklarımın, kuşkularımın, yalnızlığımın girdaplarında beni ağına düşürdü. Karanlığımı merak ettim, karanlığımın peşinden gittim, karanlığımın şehvetinde kendime başka bir ben aradım. Kendimde bir şey aradım. Kendimin esrarında büyülendim. Kendimin esrarında kendimi kaybettim. Onu hiçbir zaman sevmedim. Ondan iğrendim.  Ondan utandım ama ona alıştım, kanıma girdi.  El-nihayet bölündüm.  Ağırbaşlı, yumuşak huylu, munis, diğerkam, sabırlı, yardımsever adamın sükûnet dolu zarafetinin içerisinde artık kendine, ruhunda çizikler bırakanlara, hayata, tüm dünyaya kafa atmak isteyen bir Zidane vardı. Kendini sabote edip duran bir Gascoigne vardı. Ah ki kimseden alamadığım intikamımı her defasında kendimden aldım!

Bilmiyorum dostlarım bilmiyorum! Ben biraz esmerdim, o kadar ve biraz da karanlık, işlerim kötü gitti. Yıkılmış, bunalmış, sürgün içinde kendimi arıyordum. Oysa bir sığıntıydım. Korku içinde sinmiş, teslim olmuş, dört duvar arası bir yerde kalakalmıştım. İddiamdan vuruldum.

 Ve ben korkunç bir suç işledim! 

Ben yıkıntılar arasında bin eza ve cefa içinde bin bir özveri ve gayretle toprağa tutunmuş. O görkemli mütevazisi içinde dünyaya bakan bir çiçeği kırdım.

Şimdi pişmanlık, utanç, suçluluk enkazının altında tüm benliğimle eziliyorum.

Nihayet sol yanımın cevahirini dizlerimin dibine bırakıyorum.

Sizlere, daha fazla ne söyleyebileceğimi bilemiyorum. 

Hala yaşarken, hayatın kıymetini bilin! Kıymet bilin, kıymetinizi bilin!

Ben yıkanmaya gidiyorum. Hoşça kalın ve teşekkür ederim!

Holden Caulfield’a

Haziran 2025                                                                                                                                                   

Kürkçü Dükkanı

Exit mobile version