Hakan Mertcan
‘Arap Aleviler, Hicrî Zilhicce ayının 18’ini Ğadîr Humm Bayramı olarak kutlar. Yüzyıllarca tüm baskı ve katliam politikalarına rağmen Arap Aleviler halen, Ğadîr Humm’u en yüce bayram olarak coşkuyla kutlamaya devam etmektedir. Iyd el-Ğadîr denilen bu bayramda maddi hayatın bir nevi durması, Hakk ile cem olunması, varoluş ve Ma’nâ üzerine tefekkür edilmesi gerekir.’
Hz. Ali’nin taraftarları peygamberin kendisinin yerine geçecek kişiyi Ğadîr Humm’da açıkça işaret ettiğini Hz. Ali’nin velayeti ve vesayeti konusundaki en büyük delilin Ğadîr Humm olduğunu savunurlar. Mekke ile Medine arasında bulunan bir yer olan Ğadîr Humm, İslam tarihinde, Hz. Muhammed’in Hz. Ali lehine yapmış olduğu konuşmayla ünlenmiştir. Birçok Sünni ve Şii kaynak bildirir ki Peygamber Veda Haccı’nın ardından Mekke’den Medine’ye dönerken, Ğadîr Humm olarak adlandırılan yerde takipçilerini bir araya toplayarak, Sünni ve Şia tarihinde, en çok tartışılan konulardan birini oluşturacak olan konuşmayı yapmıştır. Bu konuşmada peygamber, “Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır”, “Allahım! Ali’yi seveni sev, ona düşman olana düşman ol” şeklinde cümlelerle Ali’nin velayetini açıklamıştır. Bu konuşmadaki “mevla”nın anlamı hususunda Sünni ve Şiiler arasında bir anlaşmazlık söz konusudur. Sünni kaynaklar mevlayı arkadaş ya da yakın akraba manasında ele alıyorlar. Şii gelenek ise, mevlayı, lider manasında kabul eder ve peygamberin kendisinden sonra yerine geçecek kişi olarak Ali’yi işaret ettiğini savunur.
Peygamberin bu dünyadan göçünün ardından, Hz. Ali’nin hakkının gasbedildiğine inananlar yenilgiye uğramış ve azınlıkta kalmıştır. Bunların, uzun bir süre iktidardan uzak tutulmaları başarılmıştır. Bu durum, tüm Ali taraftarlarının içinde büyük bir haksızlığa uğramışlık duygusunun derinleşmesine neden olmuştur. İlk mücadeleyi kaybeden Ali taraftarları, heyecanını yitirerek geri çekilmiş, Ali de siyasal alandan uzaklaşmıştı. Bu geri çekilmede yeni doğmakta olan İslam topluluğunun bölünüp dağılmaması düşüncesi rol oynamış olabilir fakat Ali’yi asıl yalnızlaştıranın, evine kapanmasına neden olanın, kendi tutumundan ziyade, siyasal-toplumsal gücü elde eden Ebu Bekir ve Ömer’in tavrı olduğu da ileri sürülebilir. Bunlar, Ali’yi iktidar sahasından uzak tutmak için neredeyse ellerinden geleni ardlarına koymamışlardır. Fakat Hz. Ali ve taraftarlarının yaşadığı durgunluk Osman’ın halifeliği döneminde değişmeye başladı ve yeni bir dinamizm ortaya çıktı. Hz. Ali yandaşlarınca Halife Osman’ın dönemi, her şeyin çok daha kötüleştiği, İslam’ın eşitlik ve adalet fikrinin derinden sarsıldığı, “bencilliği, tekelciliği ve yağmayı” meşrulaştıran bir süreç olarak görülmüştür. Hz. Ali taraftarlarının uykudan ayıkmaya başlamasıyla yeni fikir ve talepler kendini gösterdi. “Ali’yi destekleyen yeni siyasal grupların doğuşu ve onun iktidarında izleyeceği kesin olan katı eşitlikçi politika başta Ümeyye oğulları ve diğer güçlü Mekke oymakları olmak üzere boy aristokrasisinin huzurunu kaçırmaya yeterli”[1] olmuştur. Bu dönem İslam toplumunun içine sürüklendiği kaos, Halife Osman’ın M. 656 yılında öldürülmesiyle daha da derinleşti. Ali halifeliğe gelse de bu kaotik ortama tam anlamıyla son vermeyi başaramamıştır; iki birbirine karşıt anlayış arasında başlayan şiddetli mücadelede “eşitlik ve adalet” idealinin yenilgiye uğraması ve sürecin sonunda Ali’nin de öldürülmesiyle, Sünni-Şii ayrışması, belki de artık hiçbir zaman giderilemeyecek bir düzeye taşınmıştır. Ali’nin uğradığı haksızlıkları ve katledilmesini Ali evlatlarının göreceği büyük zulümler izlemiştir.
Hz. Ali’nin ardından, Kufelilerin halife olarak tanıdığı Hasan b. Ali kısa süre sonra Muaviye lehine bu işten el çekmek zorunda bırakıldı ve ardından öldürüldü. Böylece İslam âleminde Şii ve Haricilerin dışında, çoğunluk tarafından tanınacak olan Emevi iktidarı kuruldu. Bu da Alevi topluluklar tarafından, Emevilerin şiddetle, zorbalıkla yenilgiye uğrattıkları İslam’ın adil mesajına bağlı, Hakk’ı esas alan Müslümanların anlayışının yerine kendi İslam anlayışlarını, yani “Emevi İslamı”nı, çıkarcı, kayırmacı, aristokratik yaşam esaslarını ihya etmeleri olarak anlaşılıyordu.
İmam Hasan’ın öldürülmesini, kardeşi İmam Hüseyin’in Kerbelâ’da yakınlarıyla birlikte trajik biçimde katledilmesi ve imamlık makamına gelen Ali evlatlarının öldürülmesi izlemiştir. Emevi iktidarı boyunca, İmamların yanı sıra çok sayıda Ali taraftarı katledilmiş, onların değerlerine karşı savaş açılmış ve uzun yıllar Hz. Ali’ye mimberden sövmek bir adet haline getirilmiştir. Bütün bu zulüm ve baskı pratikleri, farklı radikal Ali taraftarı grupların olduğu gibi, Arap Alevilerin de ortaya çıkışını hazırlayan bir zemin sunmuştur. Ayrıca bu süreçte yaşananlar, genelde Şii ve Alevi toplulukların, özelde Arap Alevi toplumunun kolektif belleğinde unutulmaz bir yer edinmiş ve Alevilerin toplumsal kimliğinin şekillenmesinde belirleyici nitelikte olmuştur.[2]
Arap Aleviler, Hicrî Zilhicce ayının 18’ini Ğadîr Humm Bayramı olarak kutlar. Yüzyıllarca tüm baskı ve katliam politikalarına rağmen Arap Aleviler halen, Ğadîr Humm’u en yüce bayram olarak coşkuyla kutlamaya devam etmektedir.[3] Iyd el-Ğadîr denilen bu bayramda maddi hayatın bir nevi durması, Hakk ile cem olunması, varoluş ve Ma’nâ üzerine tefekkür edilmesi gerekir (En azından teorik olarak, insanların işe gitmemesi, bu dünya için değil maddi varlığın ötesindeki âlem/ler için çalışması gerektiğine inanılır). İnsanlar hem madden hem manen temiz bir biçimde bir araya gelir, Alevi inancına göre Hakk’a yönelir; dayanışma ve kardeşleşme pratikleriyle Hrîsi [4] kazanları kaynatılır.
Bilindiği gibi, Alevi dünyasında güçlü yerleri olan Yedi Ulular ya da Yedi Ulu Ozan (Nesimi, Yemini, Virani, Hatayi, Pir Sultan Abdal, Fuzuli, Kul Himmet) Alevi literatürünün oluşmasına büyük katkılar yapmışlar, bugün halen yaşayan eserler yaratmış, dilden dile dolaşan nefeslere/deyişlere can vermişlerdir. Bu bağlamda, birçok eserlerinde, Ali’yi, Ehl-i Beyt’i ve On İki İmamı konu edinmiş olan bu Ulu Ozanların eserlerinden, Ğadîr Humm ve Velayet hususunda örnekler vererek yazıyı sonlandırmayı anlamlı buluyorum.
Yemini:
“Bil ki sultan-ı velayettir Emrü-l Müminin
Şöyle bil şem‘i hidayettir İmamü-l müttekin
Cümle mahlukat içinde Zat-ı Hakk‘dandır nişan
Mahzen-i cümlu ulumun evvelin ü ahirin
Ahmed ü Mahmud ol Muhammed Mustafa
Ana kardaşım dedi ol Rahmeten-lil‘alemin
Cümle ashab ortasında Fazl’ın izhar etti Hakk
Alemin fahrine ol oldu vasiyy ü hem yakin
Lâ fetâ illâ Ali lâ seyfe illâ zülfikâr
İş bu medhin can ile zikr etti Cibril-i emin
Ahmed’in kaim makamı efdalinden Ali’nin
Bab-ı ilimimdir deyu buyurdu Hatmü-l Mürselin
Ey Yemini Hayder’in medhini bir eşya tan
Yazamaz yerden göğe evrak ola ruy-i zemin”[5]
Yine Yemini bir başka yerde şöyle seslenmektedir:
“Dedi peygamber ey ashab dinleyin
Ne dersem fehm-i akıl ile anlayın
…
Velayet hangi yerde olsa zahir
Ali’den gayrı bilmeyiniz onu zahir
İki gören onu müşrik işidir
İkilik dev-i şeytan cünbüşüdür
Bunu böyle buyurdu din ve usulü
Veli olur bulan nura vusulü
Cümle ashab işittiler bu sözü
Vurdular cümlesi toprağa yüzü…”[6]
Virani:
“Ali şah-ı velayettir
Ali nur-ı hidayettir
Ali sahib-i kerâmettir
Ali’dir emr-i Emrullah
Ali’dir (lahmüke lahmi)
Ali‘dir (demmüke demmi)
Ali’dir (cismüke cismi)
Ali’dir bil resulullâh…”[7]
Hatayi:
“Muhabbetten hasıl oldu Muhammed
Ali’ye verildi cümle velayet
On İki İmam’ın erkânı şefaat
Muhabbetten geçen Hakk’tan da geçer”[8]
“Var idi Hudâ ile sırrı behem
Getürdü vücûda bizi ez adem
Anınla şerîf oldu Beyt-ül-harem
Makam-ı velâyet mekân-ı kerem
Ali’dir Ali’dir Ali’dir Ali
Aliy-yül-azîm ü şefî’-ül-velî
Hak idi kim ol indi gökten yere
Ki halk-ı cihâna yüzün göstere
Şefaat ol eyler bu âlemlere
Olan Lâhmüke lâhmi Peygamber’e
Ali’dir Ali’dir Ali’dir Ali
Aliy-yül-azîm ü şefî’-ül-velî”[9]
Kul Himmet:
“Lâhmike lâhmi hadisini[10] Bedir gazasında
Ali hakkında çağırdı ol sahib-i minber
Hem derdi ki Ali benim ben Ali’yim bilmiş olasız
Bu doğru söze şek getiren münkir kâfir
Ali ser-i evliyadır ben ser-i enbiya
Ali hatm-i evliyadır ben hatem-i peygamber
İkimiz nur-ı tevhidiz tâ ezeli ezelden
Ali Bedir fahridir ben şems-i enver”[11]
Başka bir yerde de şöyle demekte Kul Himmet:
“Ey zahit Muhammed Ali
Kandilde nur değil midir
Lâhmike lâhmi kâvlinde
İkisi bir değil midir
Ali’dir lâhmike lâhmi
Ali’dir cismimin cismi
Ali’dir cümlenin aslı
Ali gevher değil midir”[12]
Genel olarak Alevi öğretisine göre, Ali, sıradan bir varlık değildir; “yedi iklim dört köşede olan”,[13] “hudutsuz marifettir”, Nuru ile hayat saçan, varlığa Ma’nâdır. Yani tarihsel Ali’den, başka bir ifadeyle Mekke’de belli bir tarihte doğan Hz. Ali’den önce, hatta bu dünya yaratılmadan önce de Ali vardı. Ali, İslam öncesi devirlerde çeşitli biçimlerde var olmuş, dile gelmiştir. Kısacası İsa ile de Musa ile de Ali’yi görürüz…[14] Elbette Alevilik tarihin bir noktasında birden neşet etmiş bir inanç değildir, güçlü kökleri vardır. Fakat bu gerçek, tarihsel Ali’yi ve onunla biçimlenen İslam deneyimini geçersiz kılmaz, bilakis güçlendirir. Aşkın olan Ali, tarihsel Ali’yi de kapsar. Alevilerin İslam öncesi inançları, İslam dönemiyle birlikte yeni formlar kazanmıştır, kendine yeni “Yollar” açmıştır. Ve böylece yüzlerce yıl içinde, bu proto-Alevilikler kendilerini yeniden ihdas etmiş/inşa etmiş/kurmuştur…
(Bu yazı Hakan Mertcan’ın Akıntıya Karşı: Aleviler, Suriye ve Laiklik kitabından kısaltılarak alınmıştır.)
[1] Farhad Daftary, İsmaililer Tarihleri ve Öğretileri, Çev. Erdal Toprak, İstanbul, Doruk Yay, 2005, s. 69.
[2] Daha geniş bilgi ve kaynakça için bkz. Hakan Mertcan, Türk Modernleşmesinde Arap Aleviler (Tarih, Kimlik, Siyaset), 4. B., Karahan Kitabevi, Adana, 2020, s. 22-27.
[3] Fığlalı’nın aktardığına göre, “Miladi 963 (H. 352) yılında, Büveyhiler’den Muizzüddevle Ahmed b. Büveyh, lrak’ta; M. 973 (H. 362) yılında, Fatımiler’den Muiz-Lidînillâh, Mısır’da bu günü resmi bayram ilan etmişlerdir; Ethem Ruhi Fığlalı, “Gadîr-i Hum”, TDV İslam Ansiklopedisi, C. 13, İstanbul, 1996, s. 280, https://islamansiklopedisi.org.tr/gadir-i-hum (E.T. 16.09.2020).
[4] Arap Alevilerin kutsal günlerinde, bayramlarında, kolektif bir emek ile yaptıkları özel bir yemektir. Et ve buğdayın, kazanlarda uzun süre karıştırılarak pişirilmesi sonucu elde edilen (kimi yörelerde “çorba” veya “kamhi” olarak da adlandırılan) sembolik anlamlar da ihtiva eden yemek toplumla paylaşılır.
[5] Alevi-Bektaşi Şiirleri Antolojisi, Haz. İ. Özmen, C. 2, Ankara, Kültür Bakanlığı Y., Ankara, 1998, s. 39.
[6] Alevi-Bektaşi Şiirleri Antolojisi, C. 2, s. 45-46.
[7] Alevi-Bektaşi Şiirleri Antolojisi, C. 2, S. 449-50. Yeri gelmişken birkaç cümleyle de olsa belirtme gereği duyuyorum; Virani, daha çok Hurufi, Bektaşi olarak bilinse de Nusayri (Arap Alevi) olduğu da iddia edilmektedir (Aynı, s. 430-31). 15 dörtlükten oluşan uzun bir şiirinde de “Nusayriyim Nusayriyim Nusayri” nakaratına (15 kez) yer vermiştir. Genel olarak Virani’nin eserlerine bakıldığında, Arap Alevi öğretisine aşina olduğu ve/veya bu yol ile ilişkilenmiş olabileceği kanaati uyanmaktadır. Şiirin tamamı için bkz. Virani Divanı ve Risalesi (Buyruğu), Der. A. A. Atalay Vaktidolu, Can Yayınları, 1998, s. 45-47.
[8] Alevi-Bektaşi Şiirleri Antolojisi, C. 2, s. 139.
[9] Hatayi Divanı Şah İsmail Safevi: Edebi Hayatı ve Nefesleri, Haz. S. Nüzhet Ergun, 2. B., İstanbul Maarif Kitaphanesi, 1956, s. 192.
[10] Alevi lüteratüründe çokça karşımıza çıkan, “Eti etimdir, kanı kanımdır, cismi cismidir, ruhu ruhumdur” manasındaki bu hadisin Peygamber tarafından Hz. Ali için söylendiği rivayet edilir.
[11]İbrahim Aslanoğlu, Kul Himmet: Yaşamı, Kişiliği ve Şiirleri, İstanbul, Ekin Yayınları, 1997, s. 187.
[12] Aslanoğlu, a.g.e., s. 176-77; Selay Özcan, Kul Himmet’in Şiir Dünyası, Şiirlerinde Gelenek, Etkileşim ve Eğitim, (Yayımlanmamış YL Tezi), İzmir, Dokuz Eylül Üni. EBE, 2011, s. 321. Yine başka bir eserinde de şöyle seslenmekte Kul Himmet: “Mürabbi[nin] müsahibin gediği/ Âşina peşine çiğildeş kurduğu/ Muhammed’in lahmike lahmi dediği/ Sevdikçe sevesim gelir Ali’yi”; Hasan Kaya ve Necat Çetin, “Kul Himmet’in Bir Mecmuada Yer Alan 50 Şiiri”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, C. 8, S. 37, 2015, s. 194.
[13] Aslan’ı gördüm meşede/ Kırk mum yanar bir şişede/ Yedi iklim dört köşede/ Ali’yi gördüm Ali’yi (Kul Himmet), Alevi – Bektaşi Şiirleri Antolojisi, s. 305.
[14] Bu bağlamda Kul Himmet’in “Nice yüz bin yıllar kandilde durdun/ Atanın belinden madere geldin/ Anın için halkı gümana saldın/ Binbir dondan baş gösterdin ya Ali” (Aynı, s. 303.) Virani’nin, “Mananın sırrına eremez/ Ol ahmak faki göremez/ Niyaz et pir dergâhına/ Yakında bulasın Hakk’ı/ Ey Virani dört kitapta/ Vardır methi Ali’nin/ Okur Ehlibeyti her dem/ Şimir, Mervan anlamaz” (Aynı, s. 467) ve “Virani’yim niyazım var üstaza/ Elinde Zülfikar hem ehl-i gaza/ Bin bir dondan baş gösterdi Murtaza/ Biz dahi bir bölük tuttuk eyvallah” (Aynı, s. 436); Pir Sultan’ın “Yedi iklim dört köşede/ Allah bir Muhammed Ali” (Aynı, s. 217); Hatayi’nin “Ali’dir cesedin kendisi yuyan/ Yuyup kefeniyle tabuta koyan/ Ali’dir devesin kendisi yeden/ Hak ile Hak olan Arslan Ali’dir” (Hatayi Divanı Şah İsmail Safevi, s. 75) deyişlerini anımsatmak isterim.