Savaş “Oyunları” ve Görünmez Kılınan Alevi Soykırımı

Hakan Mertcan & Hasan Sivri

1991’de, Amerika öncülüğündeki ülkelerin Irak’a saldırısıyla başlayan Körfez Savaşı ve ilerleyen yıllarda ortaya çıkanişgal ve savaşlar süreci, ekran başında savaş suçlarını bir bilgisayar oyunu gibi izleme alışkanlığını yerleştirdi. Geçtiğimiz haftadan beri ekranlarda izlediğimiz sahneler –ateşlenen füzeler, savaş uçaklarının saldırıları, bombalamalar, birçok masum insanın hayatını kaybetmesi, şehirlerin yerle bir olması– birçok kişiye yine bir aksiyon filmi ya da dijital oyun gibi görünüyor. Oysa tüm bu görüntüler, insanlığı hızla yok oluşa sürüklüyor.

Sadece İsrail’in saldırganlığı değil, “medeni” Batı’nın yüzsüzlüğü, iki yüzlülüğü de sınır tanımamakta. Yine, 1991’deki Körfez Savaşı’yla başlayan ve 2003’teki Irak işgaliyle derinleşen savaş, işgal, istikrarsızlaştırma ve çökertme süreci, uluslararası hukukun yalnızca kâğıt üzerinde var olan bir normlar bütünü olduğunu açıkça gözler önüne sermişti. Bugün yaşananlar da bu gerçeği bir kez daha teyit ediyor. İsrail’in saldırganlığını kınayacağı yerde Batı hemen İran’ı hedef alarak işe başladı. 8 Ekim 2024’ten bu yana Filistinlilere karşı hiçbir hukuki, etik ve insani kuralı tanımayan, okulları, sivil yerleşimleri, hastaneleri bombalayan, bebek ve çocukları toplu olarak öldüren, yardım kuyruklarındaki insanları bombalayan İsrail’in gayriinsani, hukuk tanımaz politikaları medeni ve demokratik olduğu söylenen ülkelerce neredeyse olağan kabul edilmiş durumda. Ve ne yazık ki bu “olağanlaştırma” sadece devlet yöneticileri ile sınırlı değil… 

Böyle acımasız, utanma duygusunu yitirmiş, karanlık bir dünyada şimdi İran’da ne kadar sivilin öldürüldüğünün çok da bir önemi yok, varsa yoksa İsrail! Filistin topraklarında hastanelerin bombalanması talimatlarını veren İsrailli yetkililer, şimdi “hastane vurulmasını” affedilemez ilan ediyorlar! Evet, kim tarafından, hangi amaçla olursa olsun masum insanların, dünya hallerinden bihaber bebek ve çocukların, yaşlı ve engelli insanların öldürülmesi affedilemez! Aslında İsrail’de hayatını kaybeden siviller de muktedirlerin, savaş baronlarının umurunda değil; ortalama her birey küresel kapitalist barbarlık çağında esas olanın, insani değerler olmadığının, çeşitli formlarda tezahür eden çıkarlar olduğunun farkındadır. Emperyal güçler için İran’da bir rejim değişikliği olasılığı ve kendi yörüngelerinde hareket edecek yeni bir rejimin oluşturulması iştah kabartıcıdır. Önemli olan yok olan yaşamlar değil, özgürlük-demokrasi vb. hiç değil, emperyalist-kapitalist kampın çıkarlarının koruması, kârının maksimize edilmesidir. Şüphesi olan için, uzağa gitmeye, tarihsel-teorik örneklerle yorulmaya çok da gerek yok, Suriye’nin güncel durumuna bakmak yeterli fikir verebilir.

Bu yazıdaki amacımız Suriye’deki rejim değişikliğinin bütünlüklü bir değerlendirmesi, Suriye’nin çökertilmesinde aslan payına sahip Siyonist İsrail’in yapısal eleştirisi veya devam eden İran-İsrail savaşının analizi değildir. Geçen haftadan bu yana deneyimlenen savaş sürecinde, dünyanın gözünün gidip gelen savaş uçaklarına, füzelere, tutarsız açıklamalara odaklandığı bu kaos ortamında Suriye’de iktidarı gasp etmiş vahabi-selefi terör örgütlerine bağlı gruplarca yürütülen Alevi soykırımının daha da görünmez hale gelmesi karşısında, hakikate dair birkaç not düşmektir. Zira İran’a yönelik saldırı başlamadan önce de dünya büyük ölçüde Suriye’deki Alevi soykırımını görmüyordu, ısrarla görmezden geliyordu, bu savaş koşullarında durumun daha da vahim hale gelebileceği endişesine dikkat çekmek istiyoruz.

Çeşitli vesilelerle birçok kez ifade ettiğimiz gibi[1], Suriye’de Alevilere yönelik terör ve katliamalar yakın zamanda başlamadı. Aleviler Mart 2011’de başlayan vekalet savaşının hemen ardından saldırılara maruz kaldı ve yirminin üzerinde katliamda on binlerce sivil hayatını kaybetti. Başta ABD olmak üzere bölgedeki emperyal güçlerin anlaşması ve detaylarını belki de uzun yıllar öğrenemeyeceğimiz bir “saray içi darbe” neticesinde 8 Aralık 2024’te HTŞ çatı örgütünün iktidara getirilmesiyle, çok kimlikli-çok kültürlü Suriye’ye, Suriye halklarına tehdit-şiddet ve bölgenin otokton halkı olan Alevilere yönelik katletme politikası yeni bir merhaleye geçti. 

İlk aylardaki öldürme, kaçırma, kaybetme, taciz-tecavüz etme, dehşetle sindirme, işsiz-aşsız bırakarak ölüme mahkûm etme gibi sistematik hale gelen saldırıları, münferit veya kontrol dışına çıkan grupların eylemleri olarak gören-gösteren çevrelere rağmen Aleviler çaresizce çığlık atıyor, soykırım tehlikesini güçleri yettiğince duyurmaya çalışıyorlardı. Ve fakat seslerini duyan çok olmadı ve barbarlığın kuşatması altındaki o insanlar daha geniş saldırı dalgaları altında varlık yokluk mücadelesine yalnızlık içinde devam etmeye çalıştılar. Nazım Usta’nın bir asır geriden gelen mısralarındaki inleyiş gibi, hava kurşun gibi ağırdı; dert çok derman yok ve bağır-bağır-bağırılsa da yüreklerin kulakları sağırdı, sağır, halen sağır!

2025 Mart ayı başlarında Lazkiye’de kendini gösteren yoğun saldırılarla mızrak çuvala sığmaz, insanlık suçları gizlenemez hale geldi ve dünyanın gözü bir nebze Alevilere çevrildi. Dünyanın çeşitli ülkelerindeki Alevi topluluklar, demokratlar, sol-alternatif bazı gruplar sokaklara çıktı, soykırımı protesto etmeye çalıştılar. Maalesef çıkan ses, Colani’yi tebrik sırasına giren Batılı devlet yöneticilerinin “pişkin” politikaları karşısında etkili olamadı ve “Öldürürüz ama nezaketle” dercesine hareket eden “medeni dünya”nın taşlarını döşediği yolda soykırım kervanı yürümeye devam etti…

Colani ve ekibinin içeride iktidarı elde tutabilmek, meşruluk ve yönetme kabiliyeti kazanmak, dışarıya yönelik de terör örgütü mantalitesinden ve geçmişinden uzaklaştığı izlenimi vermek ve pozitif bir imaj oluşturmak gibi kaygıları olduğu kesin. Bütün bunlardan dolayı suçlarını açıktan işlememe gayreti, çıplak şiddet yerine dolaylı yöntemlerle -örneğin açlık-sefalet, kaybetme, sindirme vb. ile- yok etme politikaları, tercih sıralamasının önlerinde yer alabilir (elbette bu, yine de çıplak şiddetin mutlak terki anlamına gelmemektedir). Bir süredir şiddetinde bir azalma olsa da halen sona ermemiş olan Alevi soykırımı güncel savaş durumu ile toz-duman arasında yeniden hız kazanabilir. Son günlere baktığımızda görülen bilanço bu kaygıyı besleyecek düzeydedir.

Alevilere Yönelik Katliam ve İhlaller

Suriye’de yaşanan mezhepsel-dinî temelli saldırıların hedefinde sadece Aleviler değil, diğer halklar (Dürziler, Mürşidiler, Hıristiyanlar vd.) da yer almaktadır. Ancak, saldırıların ağırlık merkezinin özellikle Aleviler olduğu görülmektedir. Bu gerçek, sahadaki gelişmelerle örtüşmekte ve bölgedeki aktörlerin açıklamalarıyla da teyit edilmektedir. Nitekim Lübnanlı önemli Dürzi liderlerden Wiam Wahhab, geçtiğimiz günlerde yaptığı çarpıcı açıklamada şu ifadeleri kullanmıştır: “Alevi soykırımı sahilde, Humus/Hama’da, medyadan uzakta devam ediyor ve Şara (Colani) yönetimi aciz. Her gün birden fazla suç işleniyor: kaçırma, öldürme ve köleleştirme. Alevileri kurtarın!”[2]


Lübnanlı siyasetçi Wiam Wahhab, her ne kadar son açıklamalarında Colani yönetimini doğrudan hedef almaktan kaçınsa da Aleviler’e yönelik katliamları açıkça dile getirmiştir. Aslında Wahhab, yaşananların arkasında El-Kaide kalıntısı Colani ve HTŞ yönetiminin olduğunu bilmekte, ancak bölgedeki Dürzi toplumunun güvenliğini ve siyasi dengeleri de gözeterek temkinli bir dil kullanmaktadır. Bu yaklaşımı tipik bir siyasi tutum olarak değerlendirilebilir; yine de Alevilere yönelik sistematik şiddeti görünür kılması açısından açıklamaları dikkat çekicidir. Wahhab’ın çağrısı, yalnızca bölgedeki Aleviler için değil, insan hakları ve insanlık onuru adına da dikkate alınması gereken acil bir uyarıdır.

Suriye’de Alevilere yönelik sistematik saldırılar, 2025 Haziran ayının ortasında ciddi biçimde tırmanışa geçti. Son 10 gün içerisinde sahadan teyit edilmiş en az 20 ağır hak ihlali ve saldırı gerçekleşti. İhlaller ağırlıklı olarak Lazkiye, Humus, Tartus ve Şam kırsallarında yaşandı. Öne çıkan ihlal ve saldırılar şu şekilde sıralanabilir:[3]

Toplu infazlar ve katliamlar

• 18 Haziran’da Lazkiye/Jableh kırsalı Snavbar köyü güvenlik güçlerince basıldı, halk darp edildi, mezhepsel hakaretler yapıldı, 10’dan fazla kişi gözaltına alındı. Köy, daha önce mart ayında 200 kişinin katledildiği bir saldırıya uğramıştı.
• 17 Haziran’da Lazkiye/Basin köyünde baba-oğul Fadive Ali Saqr HTŞ tarafından infaz edildi; anne ağır yaralandı.
• Humus/Mukharram al-Tahtani kırsalında, Alevi köylüler üzerine açılan ateş sonucu 3 kişi öldü, 4 kişi yaralandı.
• Humus/Liftaya köyünde bir Alevi genç infaz edildi; ailesine cenaze töreni yapılması izni verilmedi.
• Hamra kırsalında bir sivil dükkânında infaz edildi; sadece Alevi kimliği nedeniyle hedef alındı.
• 20 Haziran’da Homs/Talkalakh kentinde yaşayan hukuk mezunu genç Hüseyin Muhammed Şehhud, evine düzenlenen baskında ailesinin gözü önünde yatağında vurularak öldürüldü. Saldırıyı gerçekleştiren grup, bölgede silah taşıyan çetelerle bağlantılıydı.

Kaçırma ve zorla kaybetmeler

• HTŞ ve bağlantılı milisler tarafından Humus, Şam ve Lazkiye’de en az 7 kişi kaçırıldı. Kaçırılanlar arasında 77 yaşındaki Naja Yusuf, mühendis Mahmud al-Ibrahim, esnaf Issam Khaddour, kadınlar Rasha Saud ve Marah Saleh ile çocuklar bulunuyor.
• Mühendis Mahmud Gassah kaçırıldıktan günler sonra işkence edilmiş şekilde ölü bulundu.
• 19 Haziran’da Şam/Harasta bölgesinden ziraat mühendisi Şadi Ahmed İhsan, işe giderken kaçırıldı. Araç son olarak Siyasi Bilimler Enstitüsü yakınlarında görüldü. Bu, Haziran ayı içinde Alevilere yönelik üçüncü benzer vaka oldu.
• 20 Haziran’da Lazkiye’de Haysam Süleyman, Yezan Barudi ve Amir Adil İsmail adlı üç genç kayboldu. Ailelerinin tüm girişimlerine rağmen kendilerinden hâlâ haber alınamıyor.
• 21 Haziran’da Hama-Humus yolu üzerinde seyahat eden, 17 yaşındaki Nur Hassan Halil ve teyzesi Haya Salah Zuriye’den haber alınamıyor. En son Humus kuzey terminalinde görüldüler, kaçırıldıkları düşünülüyor.

Çocuk kaçırma ve kayıpları

• 12 yaşındaki Samer al-Ahmad, Humus’ta kayboldu; daha önce aynı şehirde üç Alevi çocuğun kaçırılıp aylarca alıkoyulduğu belgelenmişti.
• Yukarıda adı geçen Nur Hassan Halil’in henüz reşit olmaması, olayın aynı zamanda bir çocuk kaçırma vakası olarak değerlendirilmesine yol açmaktadır.

Zorla göç ettirme ve mülk gaspları

• Talkalakh (Humus kırsalı): HTŞ’ye bağlı silahlı gruplar Alevi ailelerin evlerini yaktı, tehcir etti. Barouha ve Qumeiri köylerinde de aynı durum yaşandı. Bu tehcirlerde “güvenlik” bahanesi kullanıldı.
• Tartus/Surani köyünde 20 Haziran’da Alevi bir eve silahlı baskın düzenlendi; evin içi yağmalandı, bilgisayarlar ve para çalındı, içerideki kadınlara fiziksel şiddet uygulandı. Olay, mezhepsel bir gözdağı niteliği taşıyor.
• Şam/Kıtnâ kasabasında, Dürzî ve Alevilere yönelik tehdit yazılamaları yapıldı. “Dürzîler Yahudi’dir” gibi sloganlar içeren tehditler, dükkânların açılmaması yönünde uyarılarla birlikte boy gösterdi.

Yargısız infaz sonrası toplu mezarlar ve cenaze yasağı

• Katledilen birçok kişinin ailelerine cenaze düzenleme izni verilmedi. Örneğin Ramadan Dergham isimli gencin ailesine yalnızca gömme izni verildi; annesi oğlunun yüzünü göremeden vedalaşmak zorunda kaldı.
• Homs/Liftaya köyünde infaz edilen Alevi gencin ailesine de defin dışında hiçbir hak tanınmadı.

Rastgele ateş ve sivil ölümleri 

• Humus/Duwar al-Abbasiyah bölgesinde HTŞ’ye bağlı güvenlik güçlerinin takipsiz ateşi sonucu Alevi sivil Hussein Abdou Sultan öldü, 4 kişi yaralandı. Yaralananlardan bazıları Hristiyan kökenliydi.
• Tartus’ta 68 yaşındaki spor eğitmeni Yusuf Yahya kimliği belirsiz silahlı kişilerce vurularak öldürüldü.
• 21 Haziran’da Lazkiye/Mezire Köprüsü yakınlarında Alevi genç Ali Hamdan, Colani’ye bağlı cihatçıların açtığı ateş sonucu hayatını kaybetti.
• Banyas kırsalı/Muvrid köyünden Muhammed Şaban Diyub, motosikletli saldırganlarca vurularak öldürüldü. Saldırganların Sünni ağırlıklı Beyada köyünden olduğu ve güvenlik güçleriyle işbirliği içinde hareket ettikleri bildirildi.

Mürşidîlere yönelik saldırılar

Mürşidîlerin yoğun olarak yaşadığı Humus’a bağlı Şin köyü ile civardaki Alevi köyleri, benzer biçimde mezhepsel nefretin ve saldırıların hedefi haline gelmiştir. Özellikle son haftalarda, Mürşidîlere yönelik saldırıların artmasıyla birlikte başta Şin, Kerm el-Luz, Gassaniye, Meryemin ve El-‘Aqrbiyye olmak üzere birçok yerleşimde protestolar düzenlendi. Mürşidîler, mühendis Mahmud Gassah’ın öldürülmesi ve daha önce Hamada Derviş ile Hud el-Haşim’in katledilmesinin ardından, kimlik temelli hedef alındıklarını belirterek tepkilerini dile getirdi.

Sonuç

Yalnızca on günlük zaman dilimi için tespit edilebilen sistematik saldırı ve hak ihlalleri, Alevilerin ve diğer inanç gruplarının Suriye’de büyük tehlike altında yaşadıklarını göstermektedir (Eminiz gerçek durum çok daha ağırdır). Rapor edilen vakaların çokluğu, HTŞ’nin ve benzeri yapılarla bağlantılı birimlerin etnik ve dinî bir sindirme ve temizleme politikası izlediğini göstermektedir. Kadın, çocuk, yaşlı, sivil ayrımı yapılmadan işlenen bu suçlar insanlığa karşı suçlar kapsamındadır.

Suriye’de Alevilere yönelik soykırım, yalnızca sahadaki silahlı grupların değil, aynı zamanda uluslararası toplumun stratejik sessizliğinin bir ürünüdür. Bu sessizlik, savaş uçaklarının gölgesinde şekillenen yeni dünya düzeninde bazı ölümlerin daha az görünür, bazı hayatların daha az değerli kabul edilmesinin sonucudur. Colani liderliğindeki yönetim, İran’a ve bölgeye yönelik artan savaş baskısı içinde İsrail ve ABD ile yakın ilişkiler kurmuş, hatta hava sahasını açarak siyonist güçlerin askeri hareketini kolaylaştırmıştır. Bu durum, Batılı ülkelerin bölgede yaşanan katliamlara karşı sessiz kalmalarının, daha doğrusu ikiyüzlü politikalar izlemesinin temel sebeplerinden biridir.

Bugün yapılması gereken, sadece sahadaki faili işaret etmek değil, aynı zamanda bu sessizliği mümkün kılan küresel politikayı, medya dilini ve uluslararası kurumları da sorgulamak ve sorumluluğa davet etmektir. Elbette yedi iklim dört köşedeki tüm Alevilerin bu büyük felaketlerine yönelik teyakkuz halinde olmaları elzemdir ama mesele sadece Alevilerin meselesi olarak da görülmemelidir. Uluslararası aktörlerin, insan hakları kuruluşlarının, genel olarak hak savunucularının, Suriye’de Alevi topluluğuna yönelik bu dinsel şiddet zincirine karşı acilen hareket etmesi, etkili eylemler geliştirmesi ve soruşturma, yargılama, hesap verme mekanizmalarının çalıştırılması için mücadele etmesi gerekmektedir. Aksi takdirde her geçen an daha da kararan bu dünyada, hızla aşınan vicdanımızı dolayısıyla bizi insan yapan ruhu tamamen yitireceğiz.


[1] Hakan Mertcan, Akıntıya Karşı: Aleviler, Suriye ve Laiklik, Adana, Karahan Kitabevi, 2021; Can, B.; Mertcan, H.; Sivri, H., “Barbarlık Yayılırken: Suriye Savaşı ve Güneydeki Aleviler Üzerine Notlar”, Ayrıntı Dergi, N: 7, Kasım-Aralık 2014.

[2] https://x.com/wiamwahhab/status/1935625162864411044?s=46

[3]  المرصد الديموقراطي السوري  )Suriye Demokratik Gözlemevi), https://x.com/coastsyrian25?s=21