SOYKIRIM İKLİMİNDE ALEVİLERİN GELECEĞİ: RİSKLER, OLANAKLAR VE OLASILIKLAR SEMPOZYUMU SONUÇ BİLDİRGESİ

SAMANDAĞ KALKINDIRMA DERNEĞİ  
25. EVVEL TEMMUZ KÜLTÜR SANAT FESTİVALİ  
SOYKIRIM İKLİMİNDE ALEVİLERİN GELECEĞİ: 
RİSKLER, OLANAKLAR VE OLASILIKLAR SEMPOZYUMU SONUÇ BİLDİRGESİ
13 TEMMUZ 2025, ANTAKYA/SAMANDAĞ 

1- 8 Aralık 2024 tarihinden bu yana geçmişi, Suriye’de yaşanan 10 yılı aşkın süreye  uzanan iç savaşa kadar götürülebilecek bir Alevi soykırımı yaşanmaktadır. Özellikle  ilgili tarihten bu yana bu soykırımın insani, kültürel, maddi ve manevi olarak yarattığı  kayıplarla yıkımlar, artık dünyanın sessizliği ile birlikte düşünüldüğünde katlanılmaz ve  telafi edilemez boyutlara ulaşmıştır. 

Başta Aleviler olmak üzere Suriye’de kendilerinden olmayan toplulukları yıkılan eski  rejimin işbirlikçisi olarak ilan eden selefi, cihadist HTŞ rejimi, Alevilere, Dürzilere ve  Arap Hristiyanlara yönelik apaçık bir imha operasyonu yürütmektedir. Bu doğrultuda  bugüne değin tespit edilebildiği kadarıyla 150 binden fazla Alevi katledilmiş ve  özellikle genç kadınlar ile çocuklar kaçırılarak akıbetleri belirsiz hale gelmiştir.  

IŞİD zihniyetli HTŞ rejimi Alevi soykırımını özellikle cinsiyetlendirilmiş bir politika  doğrultusunda yürütmekte, kadınlara yönelik kaybetme, kaçırma, taciz, tecavüz ve  köleleştirme uygulamalarına ara vermeden devam etmektedir. Ne yazık ki gerek  Türkiye’den gerekse dünyadan feminist hareketin güçlü ve öncü aktörlerinin  cinsiyetlendirilmiş bu soykırıma karşı yükseltilen sesleri yeterli görünmemektedir.  

Aynı şekilde, Türkiye başta gelmek üzere, ABD ve AB ülkeleri ile onların Ortadoğu’daki  işbirlikçileri, eli kanlı bir örgüt olan HTŞ’yi Suriye’ de kurucu temel aktör olarak kabul  ettiler. Açılan bu politik yol, sadece Suriye Alevilerinin değil, aynı zamanda Dürziler, Gayrimüslim topluluklar başta gelmek üzere şeriatçı perspektif dışında kalan toplulukların adeta ölüm fermanı olmuştur. 

HTŞ rejiminin üniter devlet ısrarı bölgeyi yeni bir iç savaşa doğru sürüklemektedir. Bu  iç savaş ikliminde Alevilerin ve diğer toplulukların uğradığı soykırımın, HTŞ rejiminin  engellemeleri ve gerçeği karartma çabaları nedeni ile raporlanması, uluslararası  kamuoyuna sunulması büyük güçlükler altında yapılmaktadır. 

HTŞ rejimi soykırım gerçeğini karartmak, soykırım tanıklarının seslerinin uluslararası  düzeyde duyulmamasını engellemek için elinden geleni yapmaktadır. Şu anda en  başta Lazkiye kırsalında olmak üzere Hama, Humus, Tartus, Lazkiye gibi Alevi nüfusun  yoğunlaştığı bölgelerde soykırımdan kurtulmayı başaranlar ne yazık ki açlık ve ölüm  tehlikesi ile karşı karşıyadır. Bu topluluklara temel gıda ve sağlık malzemelerinin  ulaştırılması doğrudan HTŞ rejimi tarafından engellenmekte ve bu rejimin hamileri  durumundaki Türkiye ve ABD gibi ülkeler buna seyirci kalmaktadır. Hatta Türkiye, ilgili  bölgeye en yakın ve en kolay yardım edebilecek bir ülke olmasına rağmen kendisi yardım etmeyi reddettiği gibi, sivil inisiyatiflerin bölgeye yardım ulaştırmasını  kolaylaştırmamakta aksine engellemektedir.  

Açıkça beyan ederiz ki, Suriye iç savaşı boyunca selefi cihadistlerin topraklarını  kullanmasına göz yuman ve topraklarından ayrılmak zorunda kalan Sünni Arap  topluluklara sınırlarını ardına açan Türkiye, şu anda soykırıma uğrayan Alevi Arap ve  Gayrimüslim topluluklara sınırlarını açmamaktadır.  

Sempozyumumuz Türkiye’deki iktidara, Suriye’de soykırıma uğrayan Alevi  topluluklara gerekli insani yardım ulaştırılabilmesi için ivedilikle bir yardım  koridorunun açılmasına dönük çağrı çıkartır! Temel insani yardım koridorunun  açılmaması, bugün HTŞ rejimi tarafından rehin alınan 3 milyonu aşkın Alevinin genç yaşlı-çoluk-çocuk demeden ölümüne ve imhasına seyirci kalmaktır. Bu büyük insanlık  suçuna seyirci kalma utancını Türkiye’ de yaşayan toplulukların sırtına vuranlar tarih  tarafından asla unutulmayacak ve affedilmeyecektir. 

2- Suriye soykırımı vesilesiyle şimdiye değin bir araya gelmekte, gerek kendi iç ilişkileri, gerekse devletin müdahaleleri ile güçlük çeken Kürt-Türk- Arap Alevi topluluklar, bu  sempozyum vesilesiyle kendi aralarındaki ilişkilerin daha da geliştirilmesi, Tüm Alevi  yapılar ve topluluklar arasında düzenli ve kurumsal bağların oluşturulması; Alevi  topluluklarının farklı deneyim alanlarının birbirine açılması; süreklilik arz eden  etkileşim, eylem ve dayanışma odaklı işbirliğinin geliştirilmesi, acil durum  mekanizmalarının kurulması gerekliliğine dikkat çekmişlerdir. 

3- Sempozyumumuz, gerek bugün Suriye’de sürmekte olan soykırım ve gerekse şimdiye  değin Türkiye topraklarında yaşanan katliam, pogrom ve soykırım uygulamaları  gözetildiğinde Alevi örgütlülüğünün bugün ulaştığı düzeyin tüm bunlarla mücadele  etmekte yetersiz kaldığını saptanmaktadır. Bu durum, Alevi örgütleri arasında yeni  dayanışma ve ortak mücadele alanlarının ivedilikle oluşturulmasının önemini işaret  etmektedir. 

4- Bugün yaşanmakta olan soykırım tecrübesi, Suriye’de bağımsız bir Alevi  örgütlülüğünün yokluğunun, Alevilerin kriz haline gelen temsil sorununu  derinleştirdiğini göstermektedir. Bu sorunun yarattığı çaresizlik kimi Alevi çevreleri  vesayet, kliyantalist ya da hamilik arayışı odaklı politikalara yöneltmektedir.  Sempozyumumuz, Alevilerin ve diğer halkların kurtuluşunun dış güçlerin  yönlendirmesiyle değil; kendi öz örgütlülüklerini güçlendirmeleri ve eşit, barışçıl,  demokratik birliktelikler geliştirmeleriyle mümkün olduğunu vurgular, özellikle  bölgedeki katliamların sorumlusu olan İsrail, ABD gibi devletleri “kurtarıcı” olarak  gören, gösteren vesayetçi politikalara karşı daha duyarlı ve proaktif bir tutum  alınması konusunda tüm çevreleri uyarır. 

5- Kuşkusuz ki Alevilerin tarihi, kendi dinsel özellikleri gereği hayatları boyunca  ortodoks, selefi dinselliklerin hedefi olmalarının tarihidir. Bu anlamda Aleviler adeta  tarihsel bir yalnızlığa mahkum edilmiş, yaşadıkları coğrafyalardan olabildiğince soyutlanmış, dolayısıyla da kendilerini, hafızalarını, dilsel, dinsel ve kültürel  özelliklerini yeniden üretmelerinin önüne set çekilmiştir. 

Bu yalnızlaşma ölçeğinde Alevi topluluklar, hayatta kalabilmek için Suriye ve Türkiye  örneğinde olduğu gibi, kendi Alevi kimliklerini ulusal kimlikler karşısında  ikincilleştirmek, Alevi kimliklerini yeniden üretmek yerine ulusal kimliğin bir parçası  olmak zorunda bırakılmışlardır. Bu durum hem Suriye hem Türkiye örneğinde ulus  inşasında temel rol oynayan modern devletin ve onun çıkarlarının Aleviler için biricik  referans noktası haline gelmesine sebep olmuştur. Bu da tüm Alevi topluluklar  ölçeğinde Alevilerin değerlerinin modern devletin ve dünyanın değerleri karşısında en  hafif tabiri ile aşınmasını, daha yerinde bir ifade ile yozlaşmasını ya da yok olmasını beraberinde getirmiştir.  

Yine Türkiye örneğinde görebileceğimiz gibi, Alevi topluluklar devletle ilişkilenme  biçimlerinin umulan pozitif sonuçlarına sahip olamadıkları ölçüde, bu kez yerel-siyasal  ağları kullanmak zorunda kalmış ve yerel-siyasal ağların Alevi toplulukları içinde etkisi  arttıkça, Alevilerin gündemi bu kez de devletin yansıra bu yerel ağlar tarafından  kontrol edilmeye başlamıştır. 

6- Sempozyumumuz bugün tüm Alevi topluluklar açısından bir örgütlenme ve  kurumsallaşma sorunu olduğunu saptamaktadır. Aleviler sorunlarına çözüm yolları  geliştirecek stratejik merkezlerden, akademik enstitülerden ya da çeşitli türden bilgi  ve politika üretebilecek oluşumlardan mahrumdur. Sempozyumumuz bu nedenle tüm  Alevi oluşumlarını ivedilikle kendi politikalarını, stratejilerini, örgütlenmelerini geliştirecek ve bunların ihtiyaç duyacağı akademik, tarihsel siyasal bilgileri üretecek  kurumsallaşmalar oluşturmaya davet eder. 

7- Son süreçteki gelişmeler bir kez daha göstermiştir ki, başta Arap Aleviler olmak üzere  Türk ve Kürt Alevilerin hem kendi öz örgütlenmelerini güçlendirmeye hem de  ortaklaşacakları bir çatı örgütlenmeye ihtiyaçları öncelikli durumdadır. Hatta  bölgemizdeki ve dünya genelindeki gelişmeler sadece Türk-Kürt-Arap Alevileri  arasında değil, dünyadaki tüm Alevi örgütleriyle ve diğer azınlık deneyimleri ile  temasa geçebilecek, deneyim paylaşacak ve dayanışmayı büyütecek küresel ölçekte  bir örgütlenmenin gerekliliğini ortaya koymaktadır. 

8- Çatı örgütlerinin oluşturulması ve küresel ölçekteki etkileşimler, bir yandan Alevi  toplulukların yaşadıkları ülkelerde devletlerin ve siyasal iktidarların müdahaleleri ile  birbirlerinden uzaklaşmalarının önüne set çekecek, diğer yandan politik ya da erkan  farklılıklarından ötürü Alevi toplulukların birbirinin ötekisi olmasını engelleyerek “yol  bir, sürek binbir” ilkemizi daha güçlü şekilde hayata geçirmemizi imkan verecektir. 

9- Alevi toplulukların tüm dünyada ve en başta mevcut Suriye soykırımı gerçeği  karşısında ivedilikle insani yardım koridorunun açılması ihtiyacı ile uluslararası  lobicilik, medyanın harekete geçirilmesi ve duyarlılık baskısı altına alınması, ilgili uluslararası kurumların bölgede faaliyet yürütmesinin sağlanması, küresel ve ulusal  ölçekli sivil toplum inisiyatiflerinin harekete geçirilmesi ve tüm diplomatik  mekanizmaların çalıştırılabilmesi için, ulusal ve küresel ölçekte yeni örgütlenmelere  ihtiyaç duyulduğu açıktır.  

10- Bugün Türkiye’de iktidar sahiplerinin “Terörsüz Türkiye”, Kürt siyasal hareketinin ise  “Demokratik Toplum ve Barış Projesi” olarak adlandırdığı bir siyasal süreç  deneyimlenmektedir. Sempozyumumuz yıllardır süren silah seslerinin susmasını ve  bir kez daha barışa, Kürt sorunun demokratik yollarla çözülmesine imkan verilmesini bütün içtenliği ile selamlar. Bu sürecin egemen güçlerce iktidarlarının devamını  sağlamak darlığıyla istismar edilmemesi için, başta Aleviler olmak üzere toplumun  bütün dışlanmış, ötekileştirilmiş, ezilmiş kesimlerinin sürece dahil edilmesi belirleyici  önemdedir. Bu itibarla, Alevi topluluklar Türk-Kürt-Arap olmaları ya da olmamaları  hiçbir önem taşımaksızın, bu sürecin kurucu özneleri olarak görülmeli, aleviler  olmaksızın demokratik- eşitlikçi bir toplum modelinin oluşturulamayacağının farkında  olunmalıdır.  

Türkiye’ de yaşayan toplulukların birlikte, yeniden bir hayat kurabilmeleri ve tüm  bölgeye örnek oluşturulabilecek demokratik ve eşitlikçi bir model oluşturabilmeleri, ancak tarihsel bir yüzleşmeyle, düşmanlaştırıcı politikaların tümüyle terk edilmesiyle, en başta Araplar, Kürtler, Ermeniler, Süryaniler, Rumlar gibi kadim topluluklar olmak  üzere, herhangi bir darlaştırmaya, dışlamaya yönelmeden bölgenin tüm halklarını  kapsayıcı ve eşit vatandaşlık hukukuna dayanan düzenlemelerle mümkün olduğunun  altını çizer.  

Bu topluluklara karşı işlenen nefret suçlarıyla yüzleşerek ve bu yüzleşmenin  gereklerini yerine getirecek mekanizmaların hayata geçirilmesini; dahası, hep birlikte  yepyeni bir kamusal ortaklık anlayışının inşasını önerir.  

11- Topluluklar arası tarihsel deneyimleri toplulukları birbirine düşmanlaştırıcı bir biçimde  seferber edenler ve bu yolla en başta Türk-Kürt-Arap Alevileri siyasal sahnenin dışına  itmeye çalışanlar bilmelidir ki, Alevilerin tarihsel ve teolojik deneyimi, geçmişten  bugüne iyiliğin ve kötülüğün her karşılaşma anında iyiliğin yanında saf tutarak  Alevilerin hafızalarını yenilemekte ve ne kadar imha edilirse edilsinler her zaman  ezilen halklar arasında bir bağ dokusu olarak kalıcı bir rol üstlenmektedir. 

12- Hiçbir Alevi topluluk tarihi boyunca intikam peşinde koşmamış ama kendi  eksikliklerini Alevilere düşmanlık üzerinden telafi etmeye çalışan ve bunun için bildiği  tek araç olan şiddete başvuran zalimlerin hedefi olmuştur. Bugün eğer Alevi  toplulukların hafızası yas odaklı olarak görülüyorsa bu Alevilerin iflah olmaz  travmalarından değil, Alevileri sürekli bir intikam nesnesine dönüştüren, kendini  sürekli herkesten alacaklı sanan ve kendi dışındaki tüm dinsel yaklaşımları tekfir eden  ortodoks-selefi dinsel yaklaşımlardan kaynaklanmaktadır.

Alevilerin dünyayla kurdukları ironik, heccav, eğlenceli, neşeli ilişki dünyayı  cehenneme çevirmeye kararlı görünen zalimler ve onların destekçileri için başlı  başına bir düşmanlık ve nefret konusu olmaktadır. Alevilerin gözleri kan ve yaş  içindeki en yaslı hali bile, dünyayı ele geçirip cehenneme çevirmeye çalışan tekfircinin  ciddiyete çağıran zalimliği karşısında, dünyaya salınmış bir kahkahadır! 

Sonuç olarak; 

Sempozyumumuz en başta Suriye’ de yaşanan soykırıma karşı çıkmak üzere ve bölge  ülkelerinin tümünde karşımıza çıkan Alevi topluluklara yönelik düşmanlaştırıcı  politikalara ilişkin olarak tüm Alevi toplulukları ve kurumlarını ortak mücadele  alanlarına ve dayanışmaya davet eder. Bu anlamda, yeni bir Alevi kamusunun inşası için her topluluğun tarihsel bir sorumluluğu olduğunu beyan eder.  

Bugün Suriye’den yükselen Zerka Anamızın sesi hepimizin sesi olduğu gibi, Zerka  Anamız, “babasına ana olan Fatıma-t-’ül-Zehra” gibi hepimizin anasıdır ve hepimiz  adına tüm dünyaya sesleniyor: FŞERTO!  

Ve biz de Dersim’den Seyit Rıza’nın sesini Zerka Anamızın sesine katıyoruz: “Biz sizin  yalanlarınızla baş edemedik, bu bize ders olsun. Ama sizin önünüzde de asla diz  çökmedik, bu da size dert olsun!” 

Sempozyumumuz Suriye’de soykırıma uğrayan bütün canlarımızı aramızda bilir ve  soykırım ya da pogrom tehditleriyle yüz yüze yaşayan tüm Alevi canlarımıza seslenir:  

“LAHMUKE LAHMİ, RUHUKE RUHİ, WE DEMMUKE DEMMİ!” 

ALEVİ BEKTAŞİ FEDERASYONU 

AVRUPA ARAP ALEVİLERİ FEDERASYONU 

AVRUPA ALEVİ BEKTAŞİ KONFEDERASYONU 

PİR SULTAN ABDAL KÜLTÜR DERNEKLERİ 

DEMOKRATİK ALEVİ DERNEKLERİ 

ARAP HALKI ALEVİLERİ DAYANIŞMA DERNEĞİ 

SAMANDAĞ ALEVİ DEĞERLERİ KORUMA DERNEĞİ 

HALKLARIN DEMOKRATİK KONGRESİ 

EHLEN DERGİSİ 

SAMANDAĞ KALKINDIRMA DERNEĞİ 25. EVVEL TEMMUZ KÜLTÜR SANAT FESTİVALİ DÜZENLEME KOMİTESİ