Tolga Tören
Bu kısa not, 1990’lı yılların ortaları ile sonlarını kapsayan üniversite öğrenciliğimiz döneminde başlayan ve göçtüğü 2012 Ağustosuna kadar devam eden sıkı bir dostluk inşa ettiğimiz şair, dost Özcan Özgün’ü anma amacı taşıyor.
Sevgili Özcan Özgün’ün (24 Aralık 1974 – 3 Ağustos 2012), insanı sıkı sıkı saran dostluğu, tüm dostlarının dilinde olan çalışkanlığı, yüzünden dolu dolu gülümsemesini hiç eksik etmese de “yaşamayı ciddiye alışı”; şiire, doğduğu, büyüdüğü coğrafyaya -Antakya’ya- olan tutkusu ve bunların hepsini içinde barındıran sosyalizm anlayışı, bir nottan çok daha fazlasını gerektirir elbet.
Bu borcu ödemek başka zamanların görevi olsun. Boynumuzun da borcu!
***
Şeref Bilsel Şiire Giriş Dersleri başlıklı kitabının “Şiirin ve Şairin Doğasına Dair Çeşitli Sözler”[1] başlıklı ikinci bölümünde, çeşitli şair, yazar ya da düşünürlerin şiir üzerine dile getirdiği ifadeleri aktarır. Bunlardan birisi şair Ataol Behramoğlu’nun “bir şiir üzerinde aylarca, bazen daha uzun süreler çalıştığım oluyor. Her seferinde, başlangıçtaki o duygu birikimini yakalamaya çalışıyorum” sözleridir. Elektrikli daktilosu başında bir “şiir üzerinde” çalışmak, dizeler içine yerleştirdiği kelimelerin, kelimelerden inşa ettiği dizelerin ve nihayetinde bir bütün olarak şiirin müziğinin peşinde koşmak, Özcan’ın şiirle ilişkisini tanımlayan önemli olgulardan birisiydi. Can Yücel’in “şiir, gürültüden müziğe geçmektir” ya da Ahmet Haşim’in “şairin dili düzyazı gibi anlaşılmak için değil ama duyulmak üzere oluşmuş, müzik ile söz arasında, sözden çok müziğe yakın, ortalama bir dildir” ifadelerini anımsatır bir şekilde. Ama Özcan, Haşim’den faklı olarak anlaşılmayı da önemserdi, en az duyulmak kadar. Önemserdi; keza, anlamanın önemli olmakla birlikte yeterli olmadığını, değiştirmenin asli olduğunu savlayan bir geleneğin şairiydi. Anlamanın, anlaşılmanın önemini yadsımasa da.
Tam da bu nedenle, şu sözler yazar şair Özcan Özgün’ün Mevsim Halleri (2003) isimli şiir kitabının arka kapağında:
“Özcan Özgün şiirlerinde 1989 kuşağının yaşadıklarını anlatır. Bu kuşak Türkiye’nin güleryüzlü tarihinde yerini çoktan almıştır. Yaşadıklarımızın aynası olan bu şiirlerde hepimiz bir parçamızı göreceğiz. Yağmur çocukları düş kurmaya devam ediyor.”
Sevgi ve özlemle!
Özcan Özgün
(24 Aralık 1974 – 3 Ağustos 2012)
Antakya’da doğdu. Yakın dostlarının ifadesine göre, lider niteliği bulunan ele avuca sığmaz bir çocukluk dönemi geçirdi. İlk, orta ve lise öğrenimi sonrası Anadolu Üniversitesi’nin Özel Eğitim Bölümü’nü bitirerek öğretmen oldu. Öğretmenlik hedefini zihinsel engelli çocuklardan yana kullanarak, bizzat onlar için açtığı özel okulda dersler vermeye başladı. Kendisi gibi öğretmen olan Semra Özgün’le evlendi ve bu evlilikten iki kızı oldu.
Şiir ve yazıları Gerçek Sanat, Takıntı, Güney, Kardelen, Öğretmen Dünyası, Karalama, Delirium, Taflan, Dar Sokak, Akatalpa gibi dergilerde yayımlandı. Karalama Kültür Sanat Edebiyat dergisinde yazı işleri sorumlusu ve yayın kurulu üyesi olarak görev yaptı. İlk sekiz sayı Dar Sokak edebiyat dergisinde de yayın kurulunda yer alarak, bu dergide Savaş ve Şiir ile Barış ve Şiir adlı dosyaları Murat Altunöz’le birlikte hazırladı. Aynı zamanda Antakya Kent Akademisi Derneği’nde yönetim kurulu üyeliğinde bulunan şair, beyin tümörü sonucu aramızdan ayrıldı.

Mevsim Halleri (2002) adlı kitap şiir serüveninin ilk belgesidir. Söz konusu kitap ekseninde, TYS ortak kitabında, “‘Mevsim Halleri’ Bin Bir Halimiz mi?” yazısıyla Özcan Özgün’ü tanıtmaya çalışan Müslüm Kabadayı, onun zamanla anlatımcı özelliğini terk ederek “özgün imgelerle derinleştiğini” vurgular ve bir anlamda gelişimin serüveninin erken ölümüyle yarıda kaldığını duyumsatır.”
Özcan Özgün şiirlerinden seçmeler:
Zamansız Şiir
Dostlukla örülü olan
En uzun öyküdür zaman
Varsın okunmasın yazılmasın
Olsun dostum olsun
Yaşanır gözlerde pırıl pırıl
Yaşanır yüreklerde cesur
Hoşçakal demeyeceğim sana
Sen kovsan gitmeyeceğim
Şafaklar sancırken güneşe
Umut yükleneceğim
Güneş doğururken
Türkülerimizi söy-le-ye-ce-ğim
Bu Gece Şiir Yok
Bu gece şiir yok
Kırıyorum kum saatlerini
Bilmen ve anlaman imkansız
Ver kalbindeki acıyı
Acıma karayım
Üşütme
Giy hırkanı
Kırılıyor güzel olan ne varsa
Soluyor kırmızılar
Söz uçtu
Söz uçtu
Bu gece şiir yok
Hadi üfle lambaya
Uzaktakine Mektup
Şimdi ben sana böyle hasretken
Kitaplar solgunlaşıyor
Kitaplığımın raflarında
Düşler vuruluyor
Bu sevmesine zor alışabildiğim kentte
Babam hala
Bilmem hangi kodamanın yanında çalışıyor
Onca yaşına rağmen
Soğuğun zulmüne ve sızısına gözlerinin
Aldırış etmeden
Zehra bir türlü sevemediği kocasının
Nefesini nasıl soluyacağını
Düşünüyor günboyu
Çocuklarının hatırına
Ülkemin yarısı
Kendine ve ülkeye acıyor
Sigaram uzanmış masanın üzerine
Bakınıyorum
Şiirlerle dolu bir deftere
Karanlık Edison’un icat ettiği
Işığın cüssesinden korkuyor
Giremiyor içeriye
Ne güzel
Müziğini bildiğim
Sözlerini hatırlamadığım
Bir şarkının koynunda
Düşlerimi yoğuruyorum
Olsaydın da
Akdeniz’e kaçsaydık seninle
Şöyle körfezin koynuna atardık kendimizi
Akşam içkili bir fasıl çekerdik inceden
Toroslar yelken açardı
Alkış tutardı mavi sular
Şimdi resmin var avuçlarımda
Ne güzel bakıyorsun
Okkalı bir öpücük konduruyorum
Sağ yanağına
Neyse…
Özlemin harlanıyor yüreğimde
Akdeniz ağlıyor biliyor musun
Yüreğimin yeşil eliyle
Sana sarılıyorum
Yüreğimin mavi diliyle
Seninle konuşuyorum
Bu çocuk kent yaşlanıyor
Gel de
Sesinden bir türkü dinlesin
Denizci
Eli yüzü kale gibi kapalı
Kendi halinde
İyi bir deniz biçme ustasıydı
Genç iken
Özledi gençliğini
Dağları titrettiği günlerini
Çekti ipini motorunun
Biçti denizi
Kazıdı boğazını
Türkü çığırdı
Denize denizde
Bitti
Türküsü bitince
Sonbahar
Sen ki
Her dilde isyan
Her isyanda özgürlüksün
Yanık ormanların
Yanık türküsüsün
Eylül sürgün zamanıdır
Sarhoş ve yalnız kentlere
Bu kent Eylül’dür
Oturumların en çok konuşup da
En az şey söyleyen konuğudur
Ama sana dair ne varsa
Bu kentte topladım
Gözlerinde taklacı güvercinler dolaşan
Saçları Kürt inadı kadın
Düşleri Beyaz Çocuk
Üzüm salkımı yüreğin yediverendi
Sıcak gecelerde
Damdan dama umut dağıtırdın
Ekim geldi
Gittin
Soğuk gece kırgın sana
Düşleri beyaz çocuk
Gülünce tam ağız
Koca yürek gülerdin
Ağladı mı da öyle
Düşüncelerden düşlere
Ne güzel dalardın
Şimdi düşlerin dillerde
Türkü türkü
Düşlerin alanlarda
Dalga dalga
Ses ses
Doğurmaz toprak
Kuşlar göçmez bahara
Açmaz bir daha karanfiller
Sen gelene kadar
Düşlerin dimdik
Ellerin sıcak
Düşlerin düş
Ellerin el
[1] Bilsel, Ş. (2021) Şiire Giriş Dersleri, İstanbul: Yitik Ülke Yayınları. Bundan sonraki tüm alıntılar bu kaynaktandır.
(Ehlen Dergisi’nin 6. sayısında yayımlanmıştır, Ocak 2025, Yıl:3, Sayı:6)