Mustafa Kemal ERSÖZ
Bir elimde bir bıçak vardı. Bıraktım.
Diğerinde bir bardak su… Bıraktım.
Aklımda bir fotoğraf vardı. Bıraktım.
Yarım dal sigaram vardı. Bıraktım.
Bin yıldır bir ölüyü ardımda sürüklüyordum. Bıraktım.
İçimde çürümüş bir şeyler vardı. Bıraktım.
Rabblık taslayan bir korkuluk vardı. Yıktım.
Bildiği bir şeyler vardı. Unuttum.
Simon dağında bir gece
Çok yerinden çok kırılmış bir papatyanın önünde
Dizlerimi kırdım.
Oraya kendimden bir şeyler bıraktım.
Kırkı çıkmadan döndüm.
Çiğnediğim küfrü leşime tükürdüm.
Bıraktım.
Sıkıntıyı; ne sandınız ya canımda bir sıkıntı vardı.
Orada bir yokuşun başına bıraktım.
Kırkına varmadan anladım.
Hepsi avuntu!
Resulallah’ı düşündüm!
O bile yanılmıştı. Avundum.
Sağ elim boşta
Sol avcumda bir keleş mermisi
Onu kendime bıraktım.
Boynumda yüzyıllık utanç
Aklımda Leyla’nın uzun yürüyüşü
Kalktım.
Tüm cumartesilerimi kırk paraya birine sattım.
Tembel sabahları, kahvaltıları, Fehim’i, Mahsun’u ve İsmet’i
Uzunbağ’da bir incir ağacının dibine bıraktım.
Birinde bir fotoğraf vardı.
Bir akşam bir masanın üzerinde bıraktı.
Ne diyebilirdim ki?
Tükendiyse eğer vesikasız ucubeden emanet kurşunlar
Öperim gözlerinden katilimin
Zembereği boşalmıştı saatimin
Kimdi zaman? Zamanımı yitirdim!
Aldım pimi çekilmiş bombayı cebime koydum!
Ne sandınız ya? Evet kuzey batıda!
Pencere denize bakıyordu ben de baktım
Pencerenin pervazında bir şişe Baileys duruyordu.
Her şey, hayvanat bahçeleri, müzeler, kerepiççiler, tandırcılar, avokadolar, muzlar, cevizler, askeri kuzenler, laktozsuz kefirler, sarı serumcular her şey ama her şey itimat ve iltimas infilak etsin diye!
Cebimdekini yanına bıraktım!
Öyle
Belki kimse yalan söylememişti.
Sahiden adam pencereden düşmüştü.
Ne de olsa kar yalan söylemez!
Adamın düştüğü yerden kalktım
Hem mülayim hem sert! Güldüm!
Değil mi ama? Ama siz söyleyin değil mi?
“nu mor caii când vor câinii’’
Çünkü zırhım çanak çömlek ama hala iş görür
Gözlerinize o nefret bakışlarını bırakan
Evet bu karaşin küheylan!
Tanıdığınız en iyi kişiyi sanırım hiç tanımak istemezdiniz!
Gelecekten gelmişti, geleceğe dönüyor.
Şimdi her şeyi yeniden mahvetmek için elinde yeterince armağan var!
Hayatı bir valize sığıyor.
Şimdi gidiyorum. Esmer bir çocuğun kış uykusuydu bu!
Kalktım!
Nihayet artık adım gibi biliyorum
Gülendam ravzasından ışkın endam
Uslandım. Onu da kendime bıraktım.
Belki neşe
Belki umut
Belki sevgi
Belki inat! Evet İnat
Musab söyledi bunları, şu dünyada en az bir kişinin daha evvel ölmüş olmasını temenni ettiği Musab, bunları bir köfteci taburesinin üzerinde tek saferde söyledi. Hızlıca bir kâğıda karaladı. Kâğıdı katlayıp gömleğinin sol cebine koydu. Uzaklardan belli belirsiz elem dolu bir ses ünlüyordu: “sen ayrı trende ben ayrı garda…’’ Ölüm fikri düştü aklına… Kendi ölümünü, sevdiklerinin ölümünü düşündü. İçinden “bu dünya hüzünlü hatta trajik bir yer zira ölüm var’’ diye geçirdi. “Her şeyin ama her şeyin gelip geçiciliği her şeyi bir miktar manasız, saçma kılar. Örneğin Dostoyovski için artık yerginin ya da övgünün çok okunmanın ya da unutulmuş olmanın ne gibi bir manası olabilir? Her şeyin nihayetinde ölüm olduğunu bilmek geri de sadece öldürücü bir can sıkıntısı bırakır. İşte belki tam bu nedenden bu hayat bir teselliden, avuntu arayışından ibarettir. İnsan can sıkıntısından ölmemek için kendine gelip geçici uğraşlar edinir. Tüm devrimlerin anası neolitik devrimin piçi kültür işte biraz da bu işe yarar! Efsaneler, masallar, mitler, dinler, ritüeller, merasimler, adetler, icaplar, kurumlar hepsi bu hayatın bir manası olabileceğine dair insanı teskin eder ama yine tüm bunların gailesi teskini imkânsız kılar. Böylece insan ihtiyaçlarının neticesinde insanlar tarafından yaratılan kültür zamanla insanların üzerinde onları hapseden bir yapıya dönüşür. Oysa bütün bu hayat bir sevgiliye sarılıp uzanmak kadar bir şeydir. Daha fazlası değil. Bu dünyada bulup bulabileceğimiz nasibimiz epitopu bu kadardır.’’ Diye düşünürken kendinden ve hatalı, aptalca düşüncelerinden ne denli sıkıldığını fark etti. Oturduğu yerden kalktı. Bir şeyi anımsadı. Gözleri boş tabureye daldı. Mahzunlaştı, omuzlarını düşürdü. Bir sigara yaktı. ‘’Araba su eksiltirse kimi arayacağım’’ diye üzüldü. Telefonunu çıkardı. Bir ölünün numarasını rehberinden sildi. Dilerim hiçbiriniz hiçbir zaman bunun ne’menem bir şey olduğunu anlamak zorunda kalmazsınız. Hepinize sevdiklerinizle uzun ömürler dilerim.
AGUSTOS ‘25