Mehmet Hakkı Suçin
Şair Mehmet Düşer, Üryan adlı şiir kitabıyla Arapça-Türkçe şiir evreninde ender rastlanan bir deneyim sunuyor.* Şiirlerini Türkiye’nin güneyinde konuşulan Antakya Arap diyalektiyle kaleme alan Düşer, uzun yıllar boyunca resmî dil Türkçe ile Modern Standart Arapça arasında sıkışıp kalmış, çoğu zaman marjinalleştirilmiş dil ya da yalnızca “ev dili” olarak görülmüş bir dilsel yapıyı şiirin merkezine taşıyor. Şair, bu diyalekti insanın acısını ve kolektif hafızasını dile getirebilen bir şiir diline dönüştürürken onu bu toprakların kültürel ve dilsel mirasının doğal bir parçası olarak yeniden konumlandırıyor.
Kitabın daha ilk sayfalarından itibaren sadelik ve açıklık yönünde bilinçli bir tercih hissediliyor. Zaten kitabın adı olan Üryan, bu tutumu açıkça ele veriyor: Dil, her türlü yapaylıktan arınmış, gündelik hayatın nabzına yakın bir hâlde karşımıza çıkıyor. Antakya’ya seslendiği şiirinde şair şöyle diyor (s. 16-17) [1]:
“Telet eyyâm va telet leyâli
Eyya matar byıخsel
El-esvât ıl-3ıryâni?
Ya Antâkya, yâ mâdîni ḳadîmi
Eyya hava bitayyer
خayâl sûrtik min el-bâl?”
تلَت أيام وتلَت ليالي
أيّ مطر بيغسل
الأصوات العريانة؟
يا أنطاكيا يا مدينة قديمة
أيّ هواء بِطَيّر
خيال صورتِك من البال
(Üç gün üç gece
Hangi yağmur yıkayabilir
Çıplak sesleri?
Ey Antakya, ey kadim kent!
Hangi rüzgâr yıkabilir
Zihinlerden silüetini)
Bu dizelerde şair, tarihe kök salmış Antakya’nın mekânsal boyutuyla, şehrin bellekte asılı kalan imgesinin lirik boyutunu bir araya getiriyor. Antakya diyalekti burada utanılacak bir unsur olarak değil aksine gururla sahiplenilen bir ifade biçimi olarak karşımıza çıkıyor. Böylece şair, bu diyalektin de şarkı söyleyebildiğini, en az Modern Standart Arapça, Türkçe ya da başka diller kadar estetik imgeler kurabildiğini ilan ediyor.
Üryan, bölgedeki çokdilliliği ve çokkültürlülüğü selamlayan dizelerle başka bir boyut kazanıyor. Şair, yeryüzünde konuşulan tüm dillere kulak verdiğini şöyle dile getiriyor (s. 30-31):
“El-muvvâl
İlli rıdiع min Dıcla bil-kırdiyyi
Val-ﻍınniyyât illi taﻍannet
Bikerkûk bit-tırkmâniyyi
Vaş-şıعır illi şırib
mın ıl-عâsi bil-عarabiyyi”
الموّال اللي رضعْ مِن دجلة بالكرديّة
والغنّيات اللي تغنّتْ بكركوك بالتركمانيّة
والشِعْر اللي شرب من العاصي بالعربية
(Dicle’den beslenen Kürtçe ağıtı
Kerkük’te söylenen
Türkmen türkülerini
Susuzluğunu Asi’den gideren
Arapça şiiri)
Bu dizelerle Düşer, Anadolu ve Ortadoğu kimliğinin tek bir dile ya da tek bir kültüre indirgenemeyeceğini, aksine çok katmanlı bir mozaikten oluştuğunu hatırlatıyor. Burada çokdillilik bir sorun değil temel bir değer olarak öne çıkıyor. Çünkü yan yana yaşayan diller birbirini besler ve insani tecrübeyi daha da derinleştirip zenginleştirir.
Ancak Üryan, yalnızca bu çeşitliliği selamlayan bir metinle sınırlı kalmıyor, dil adaleti meselesini de sorguluyor. Zira yerel diller eğitimden ve medyadan dışlandığında aslında kuşakların kendi hafızalarıyla kurdukları bağ da koparılmış oluyor. Bir başka şiirinde (s. 28-29) kendi kendine seslenen şair şöyle diyor:
“Kif kınt fîni ıvret el-beyt
Va ıtrek
ﺡikâyât sittiy?
Kif kint fîni ıvret el-ard
Va ınsa
Il-mavavîl illi nkatbo
Biعaraḳ cbîn cıddiy”
كيف كنْت فيني اُورَﺚ البيت
واترك حكايات سِتّي
كيف كنْت فيني اُورَﺚ الأرض
وانسى المواويل اللي انكتبت بعرق جبين جدّي
(Miras alıp baba evini
Nasıl bırakırdım
Nenemin hikayelerini
Ata toprağını mirası alıp
Nasıl unuturdum
Dedemin alın teriyle
Yazılan müvellerini)
Bu dizeler, anadilin yitirilmesinin ne denli ağır bir kayıp olduğunu açıkça gösteriyor. Anadilin matarasında masalların, halk şarkılarının ve ataların alın teri birikir. Dil adaleti ise bireylerin ve toplulukların kendi dillerini ve diyalektlerini özgürce kullanabilmelerinin tanınması, başka dilleri dışlayan egemen bir dile mahkûm edilmemesi anlamına geliyor. Buna karşın, Türkiye’deki üniversitelerin Arap Dili ve Edebiyatı bölümlerinin dahi Arapçanın bu diyalektlerine mesafeli yaklaşması dikkat çekicidir. Bu bölümlerdeki dışlayıcı tutumlar, diyalektlerin marjinalleştirilme sorununu daha da derinleştirmektedir.
Bu açıdan bakıldığında Üryan, kimliğin ve hafızanın taşıyıcısı olan marjinalleştirilmiş dillerin tanınması ve kabul edilmesi yönünde bir çağrı içeren edebî bir metin olarak da okunabilir.
“Lâ tعâtbîni yâ nâr
Mın baعd mâ sırt muvâten ıd-dıniy
Bısmaع kill il-luﻍât
İlli bıl-عâlam btınﺡıkiy”
لا تعاتبيني يا نار
مِنْ بَعْد ما صرْت مواطن الدني
بسْمَع كل اللغات اللي بالعالم بتنحكي
(Beni yargılama ey ateş
Dünya vatandaşı olduğumdan beri
Duyarım yeryüzünde konuşulan
Tüm dilleri:)
Bu dizelerin (s. 30-31) şairi, tüm dillere açık evrensel aidiyetini dile getirirken yerel sesinden vazgeçmez. Bu durum, modern insanın varoluşundaki temel paradoksu yansıtır: Dünyaya açılırken yerelliğini yitirmemek.
Üryan’ın şiirleri Antakya Arap diyalektine yaslansa da mekânın sınırlarıyla kısıtlı kalmaz, aksine insana dair varoluşsal sorulara doğru genişler. “Mâ Hayyin” (Kolay Değil) adlı şiirinde şair, insanın evren karşısındaki yalnızlığını şöyle dile getirir (s. 10-11):
“Mâ hayyin
3ala n-nıcmi l-banafsiciyyi
Fî vaحdâniyyit
Melyûn seni dav’iyyi
Tحâfez عala amalâ
Va fî şatt el-muحît
3ala حabbıt ramıl
Mâtdayyeع nafsâ”
ما هيّن
على النجمة البنفسجية
في وحدانيّة
مليون سنة ضوئيّة
تحافظْ على أملها
وفي شطّ المحِيط
على حبّة رمل
ما تضيّع نفسها
(Kolay değil
Milyon ışık yılı yalnızlığında
Mor bir yıldızın
Koruması emelini
Ve bir okyanus kumsalında
Bir kum tanesinin
Kaybetmemesi benliğini)
Şiiri yerel bir dilde okuruz ama barındırdığı sorular evrenseldir: Tekil özne çoğunluğun baskısı altında kendini nasıl koruyabilir? İnsan, varoluşun enginliği karşısında ruhunu nasıl muhafaza eder?
Düşer, böylece Antakya’da konuşulan Arap diyalektinin yalnızca halk belleğinin bir taşıyıcısı olmadığını, aynı zamanda insanın kaderi üzerine düşünmeye imkân veren, varoluşu sorgulayabilen bir dil olduğunu da göstermiş olur.
* Yazının ilk Arapça yayımlandığı yer: Suçin, Mehmet Hakkı.2025. “Antâkyâ Tetekellemu Şi‘ran Arabiyyen Maḥkiyyen”, Mecelletu Kitâb 85 (Kasım): 53.
[1] Dizeler, eserde yazıldıkları gibi aynen aktarılmıştır.
