Haber: Rachel Ghanoum
Lazkiye’nin kalbinde, bir zamanlar hayatla dolup taşan sokaklarda bugün Suriye Genel Güvenlik güçleri hâkimiyet kurmuş durumda. Ancak vatandaşları koruması gereken güvenlik anlayışı, giderek korkutma ve tehdit mekanizmasının bir parçası hâline gelmiştir. Eskiden huzurla anılan sokaklar, her geçen gün daha fazla baskıya, mezhepçi söylemlere ve gerekçesiz şiddete sahne olmaktadır. Bu kaosun ortasında ise Alevi topluluğuna mensup insanlar, görmezden gelinmesi mümkün olmayan ihlallerin kurbanı hâline gelmiş, insanlıklarından soyutlanarak intikamın kolay hedefleri yapılmıştır.
Lazkiye’de son dönemde yaşanan olaylar, devam eden çatışmalarda hayatını kaybeden bir güvenlik görevlisinin cenazesinin ardından Alevilere yönelik saldırıların ciddi biçimde tırmandığını göstermektedir. Bu sürecin sonucunda, hiçbir medeni toplumda kabul edilemeyecek manzaralar ortaya çıkmıştır. Alevilere yönelik hakaretler ve tehditler, kontrolsüz bir mezhepçi nefrete dönüşmüş; bu nefret iş yerlerinin tahrip edilmesine, cinayetlere, kaçırmalara ve hatta insanların kimliklerinden zorla arındırılmasına, çocuklara saldırılmasına kadar varmıştır.
Savunmasız bir çocuğun insanlığının inkâr edilmesi, mezhepsel kimliğini reddetmeye zorlanması ve bunun vahşi dayak ve küfür eşliğinde yapılması, tam anlamıyla bir insanlık suçudur. Buradaki hakaret yalnızca kullanılan şiddette değil, verilen mesajdadır: “Siz güvende değilsiniz.” Bu mesaj, topluma yayılan sürekli bir tehdit anlamı taşımaktadır.
Bu mezhepçi uygulamalar sadece çocuklara yönelik şiddetle ya da mülkiyetin yok edilmesiyle sınırlı kalmamaktadır. Toplum içindeki her türlü empati ve birlikte yaşama kültürü de sistematik olarak yok edilmektedir. Humus Vadisi’nde İmam Ali Camii’nin bombalanması, insani değerlerin ne denli çöktüğünü gözler önüne sermektedir. İbadethanelerin hedef alınması mezhep savaşlarında bilinen bir yöntemdir; ancak Suriye’de yaşananlar tüm kırmızı çizgilerin aşılması anlamına gelmektedir.
Bu kaosu körükleyenlere sormak gerekir: Savunduğunuz bu anlayış hangi İslam’dır? Hangi din, insanları mezheplerinden ötürü “İslam dışı” ilan etmeye izin verir? İnsanların sokaklarında kimlikleri nedeniyle öldürülmesini, masumlara saldırılmasını nasıl meşrulaştırabiliyorsunuz? Hiçbir dinde ve hiçbir vicdanda yeri olmayan bu ayrımcılığı nasıl sürdürebiliyorsunuz?
Bu gelişmeler karşısında Aleviler, “Onur Tufanı” adı altında sokaklara çıkarak barış ve güvenlik taleplerini dile getirmiştir. Talepleri kan değil, huzur; intikam değil, birlikte yaşamdır. Yaşadıkları acılardan sonra artık şunu açıkça söylemek gerekir: Onur Tufanı bir isyan değil, Suriye halkının tamamını korumaya yönelik bir haykırıştı. Mezhepçi bölünmenin ortasında barış çağrısıydı.
Suriye’deki Alevi topluluğu hiçbir zaman terörün parçası olmamış, komploların içinde yer almamıştır. Onlar, şiddeti reddeden ve barış içinde yaşamak isteyen bir halktır. Ancak bu gerçeğin çarpıtılması ve Alevilerin hedef hâline getirilmesi, korku ve ayrışma yaratma çabasından başka bir şey değildir.
Yine de temel soru ortada durmaktadır: Bu acıların bir sonu olacak mı? Suriyelilerin birbirini anlayabildiği, herkesin onur ve saygıyla muamele gördüğü bir güne ulaşabilecek miyiz?
Yaşananlar son derece ağırdır; dökülen kan fazladır ve bu yangın kimseyi ayırt etmeksizin her şeyi yakmaktadır. Unutmamak gerekir ki bu topraklar hepimize aittir. Hiçbir mezhepçilik ve nefret söylemi, toplumumuzu parçalama ya da yıkma hakkına sahip değildir.
Bu nedenle Suriye’nin onurlu insanlarına büyük bir sorumluluk düşmektedir. Alevilere yönelik bu sistematik ayrımcılığa ve aşırılığa karşı birlikte durulmalıdır. Mezhepçi saldırılar durdurulmalı, dinler ve mezhepler hakkında kasıtlı olarak yaratılan yanlış imajlara son verilmelidir.
Suriye herkesindir. Bu zulüm kalıcı olmayacak ve mezhepçilik asla hâkim söylem hâline gelmeyecektir.











