Yusuf Emir – @sweidius
Feyruz’un en popüler şarkılarından biridir “Habbeytek bil Sayf” (Seni Yazın Sevdim).
Şarkının hikayesi ise henüz ünlü olmamış genç bir kadın olan Feyruz’un, o sıralar birlikte çalıştığı ve daha sonra hem hayatının aşkı hem de ilhamı olacak bestekâr Assi Rahbani ile yaşadığı unutulmaz bir anıya dayanır.
Assi Rahbani, yıllar sonra katıldığı bir radyo programında bu hikâyeyi kendi sesinden anlatır. O dönemlerde Feyruz, Beyrut Radyosu’nda yeni yeni şarkı söylemeye başlamış, sesiyle ama özellikle o sesi taşıyan masum bakışıyla dikkatleri üzerine çekmiştir.
Assi Rahbani ise, Lübnan müziğine yön verecek Rahbani kardeşlerden biridir. Müziğe tutkuyla bağlı, fakat bir o kadar da gururlu, ketum, duygularını kolay belli etmeyen bir adamdır.
Bir gün Assi, Feyruz’a stüdyoda bir kayıt olacağını söyler ve ondan orada kendisini beklemesini ister.
Feyruz, her zamanki disiplinli haliyle erkenden gider.
Gökyüzü griye dönmüştür. Rüzgar hafifçe eserken, Beyrut’un taş sokaklarında bir yaz yağmuru başlamıştır.
Yağmur, Akdeniz’den gelen tuzlu rüzgârla birleşir, kaldırımlar parlamaya başlar.
Feyruz, bir ağacın altına sığınır ama gitmez. Elbisesi ıslanır, saçlarından damlalar süzülür, ama beklemeye devam eder.
Zaman geçer, saatler ilerler. Assi gelmez.
Belki bir trafik sıkışıklığı, belki bir unutkanlık… ama bir kadının kalbinde “bekleyiş” asla sıradan bir şey değildir.
O gün, o yağmur, Feyruz’un içinde bir iz bırakır.
Aradan yıllar geçer.
İkili müzikte olduğu kadar hayatta da birbirlerini tamamlamaya başlar. Evlenirler, çocukları olur, şarkılar, oyunlar, sahneler paylaşırlar. Lübnan’ın sesi olurlar.
Ama her yağmur yağdığında, Feyruz içten içe o günü hatırlar.
Bir gün mutfakta kahve yaparken, bir başka gün prova arasında, hep o cümle çıkar dudaklarından:
“Assi… Beni o gün yağmurun altında bekletmiştin.”
Assi güler, ama o gülümsemenin ardında bir kırgınlık değil, derin bir pişmanlık vardır.
Çünkü bilir ki bazı şeyleri hiçbir özür silemez.
Ancak müzik belki affettirebilir.
Ve bir gün, yıllar sonra, belki bir sonbahar sabahında, masasına oturur.
Kalemi eline alır, Feyruz’un o günkü bakışını, ıslanmış saçlarını, bekleyişini hatırlar.
“Seni yazın sevdim,” der.
“Seni kışın da sevdim. Bekledim seni, yağmur altında.”
O satırlardan bir melodi doğar.
Melodi, hem bir özür, hem bir teşekkür, hem de bir vedadır.
Çünkü Assi, o şarkıda Feyruz’a sadece bir aşk hikayesi değil, bir zamanlar unuttuğu bir anıyı geri verir.

Olympia, Paris
3 Mayıs 1979
Soğuk bir günde, yağmur yağarken
Kaldırım göl, cadde boğulurken
O eski evinden gelen kıza
Bekle dedi beni, ve bekledi o da yolda
Gitti ve unuttu onu
Islandı yağan yağmurda.
Sevdim seni yazın, sevdim seni kışın
Bekledim seni yazın, bekledim yağmur altında
Gözlerindi yaz, gözlerim kış
Kavuşmamız sevgilim, ötesinde yaz ve kışın.
Geçerken mektup verdi yabancı kadın,
Hüzün gözyaşlarıyla yazdığı sevgilimin
Açtım mektubu, harfleri kaybolmuş.
Geçip gitti günler, uzaklaştırdı bizi yıllar
Ve mektuptaki harfleri sildi yağan yağmur. (Çeviri: y. Emir)
“Habbeytek bil Sayf” böylece bir şarkı olmaktan çıkar, bir hikâyeye dönüşür.
Bir kadının bekleyişinin, bir erkeğin geç gelen pişmanlığının, yağmurun ve zamanın hikayesine…
Assi Rahbani’nin kalemi, Feyruz’un sesiyle birleştiğinde o bekleyiş yeniden canlanır.
Ve belki de bu yüzden, şarkı her dinlendiğinde yağmurun altında kalmış bir kalp gibi sızlar insanın içinde.
Bazı şarkılar, dinlenmez — yaşanır.
“Habbeytek bil Sayf” işte o şarkılardan biridir.
Çünkü bazen, insan “suçlu” olduğunu sadece bir şarkıyla itiraf edebilir.








