Anayasal Haklar Merkezi Raporu: İsrail ve Destekçileri Soykırım Suçundan Yargılanmalı

Mehmet Uğur
Ekonomi ve Kurumlar Profesörü
Greenwich Üniversitesi

Giriş

Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşmenin (Soykırım Sözleşmesinin) I. Maddesine göre, soykırım, ulusal, etnik, ırksal veya dini bir grubu kısmen veya tamamen yok etme niyetiyle işlenen suçtur. Sözleşme Taraf Devletlere soykırım suçunu önlemek ve cezalandırmak içingerekli yasaları çıkarma ve gerekli önlemleri alma yükümlülüğü getirmektedir (Madde IV). 

Uluslararası Adalet Divanı (UAD), Soykırım Sözleşmesi’nin uluslararası hukukun parçası olduğunu; hem soykırımı yasakladığını hem de devletlerin soykırımın önlenmesi ve cezalandırılması için gerekli önlemleri almasının zorunlu olduğunu defalarca belirtmiştir. Bu yükümlülükler, Sözleşmeyi onaylamış olsun veya olmasın, tüm devletler için bağlayıcıdır. UAD ayrıca soykırımı önleme yükümlülüğünün ülke dışı bir kapsama sahip olduğunu da karara bağlamıştır. Bu nedenle, başkalarını etkileme kapasitesine sahip olan devletlerin, kendi sınırları dışında işlenen soykırım suçlarınıönlemek için tüm makul araçları kullanma görevi vardır.

Merkezi New York’ta bulunan Anayasal Haklar Merkezi (AHM)  İsrail’ın Gazzedeki eylemlerini Soykırım Sözleşmesikriterlerine göre değerlendiren bir rapor hazırlamıştır. 18 Ekim 2023 tarihli ve   “İsrail’in Filistin Halkına Karşı Oluşan Soykırım Suçu ve ABD’nin Soykırımı Önlememe Nedeniyle Oluşan Suç Ortaklığı” başlıklı rapor iki sonuca varmaktadır. 

Birincisi, İsrail Gazze’de soykırım niyeti taşıddığını göstermişve bu doğrultuda ciddi adımlar atmıştır; dolayısıyla ABD dahil Soykırım Sözleşmesine taraf olan tüm devletlerin soykırımı önleme görev ve yükümlülügü doğmuştur. İkinicisi, İsrail’in Gazze’deki savaş suçlarını destekleyen veya bunları durdurmak için üzerine düşeni yapmayan ülkeler, Soykırım Sözleşmesi kapsamındaki görevlerini ihmal etme; İsrail’e verdikleri destekle de soykırım suçuna katılma suçu işlemektedir. 

Bu yazının bir amacı AHM’nin hem ABD içindeki toplumsal adalet kavgasına hem de Filisitn halkıyla dayanışmasına dikkat çekmek. İkinci, ama temel amaç, AHM raporunun İsrail’in Gazze’deki bombardımanla ilgili söylem ve eylemlerinin soykırım tanımına girdiğini, ABD’nin de soykırım suçuna iştirakini gösteren bulgularını Ehlen okuyucularıyla paylaşmak. Bu yazıyı tetikleyen motivasyonu da belirtmem gerekiyor: İsrail’in 1948’den bu yana cezasız kalan ve en sonuda soykırım suçuna evrilen savaş suuçlarının yargılanması için AHM’nin çabasına destek olmak. Bu nedenle, bu yazıyı hem Türkçe hem de İngilizce yazıyorum.

AHM’nin İlkeli ve Cesur Hak Savunuculuğ

1966’da ABD’de kurulan AHM ile siyahların hak ve özgürlük mücadelesi arasında organik bir ilişki vardır. Bu gelenek nedeniyle, AHM sosyal değişim için hukuku pozitif bir güç olarak kullanmaya kendini adamış bir aktivist kollektifi olarak başlar ve öyle devam eder. Yönetim kurulu, avukatların yanısıra, uzun süreli aktivistler, insan hakları savunucuları ve akademisyenlerden oluşmaktadır. Yönetim kurulu üyelerinin büyük çoğunluğu ‘staj’larını AHM mutfağında yapmıştır ve orada toplumsal adalet ve hak mücadelesine katkı yapmaya devam etmektedir. Bu bağlamda, en etkin dava açma yöntemlerini uygulamakta; hak savunuculuğunu stratejik iletişim ile birleştrimektedir. AHM’nin diğer bir ozelliği, hak mucadelesini bir parçası oldukları sivil ve insan hakları hareketleriyle organik bir iliski içinde yapmasıdır.

AHM’nin mücadelesi ırksal adaletsizlik, ayrımcı polislik, insansız hava araçlarıyla işlenen cinayetler, devlet gözetimi, LGBTQI zulmü, cinsel ve cinsiyete dayalı şiddet, şirketlerin insan hakları ihlalleri, ve işkence, savaş suçları ve militarizm gibi suçları hedef almaktadır. AHM’nin bu suçlara karşı mücadelesi birçok öncü davanın kazanılmasıyla, dolayısıyla ilerisi için bir içtihat oluşturulmasıyla sonuçlanmıştır. AHM’nin bu alanlarda yaptığı müdaheleler ve sonuçlarıyla ilgili bilgi için AHM web sitesine bakılabilir. 

Filistin halkıyla dayanışma, AHM’nin 1980’lerin ortasından bu yana içinde olduğu diğer bir mücadele alanıdır. AHM web sitesinin Filistin dayanışmasıyla ilgili sayfalarına baktığımızda, bu alandaki ilk müdahelenin 1987 yılında gerçekleştiğini görüyoruz. O yıl, ABD hükümeti Khader Hamide ve Michel Shehadeh adlı iki Filistinli aktivisti tutuklar. 1950’lerde üniversite ögrenimi için ABD’ye gelen Hamide ve Shehadeh otuz yıldır yaşadıkları ABD’de oturum iznine sahiptır. Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’ne destek verdikleri iddiasıyla, ABD hükümeti Hamide ve Shehadeh‘i Ocak 1987’den bu yana sınır dışı etmeye çalışır. AHM’nin Hamide ve Shehadeh’i savunması 20 yıl süren bir ‘yargılama’ sürecinden sonra Filistinli aktivistlerin lehine sounçlanır. Mahkeme, ABD hükümetinin Hamide ve Shehadeh’in lehine olan delilleri açıklamayı reddettiğine, dolayısıyla davayı saptırmaya çalıştığina, yargılamanın sona erdirilmesi gerektiğine, ve sanıkların sınırdışı edilme taleplerinin reddedilmesi gerektiğine karar verir. 

AHM’nin Filistin halkıyla dayanışması, 2005’ten sonra daha geniş bir kapsam kazanır. 2005-2009 arasında kaybedilen birçok savaş suçları davasından sonra, AHM Haziran 2010yılında abluka altındaki Gazze’ye yarddım götüren “Gazze’ye Özgürlük Filosu”na yapılan saldırıyla ilgili bir daha açar. Bilgi Edinme Özgürlüğü Yasasına atıfla, AHM ABD hükümetinden saldırının öncesi ve sonrasıyla ilgili bilgi isteminde bulunur. Bilgi istemi ABD’nin Sahil Güvenlik, Dışişleri Bakanlığı, Deniz Kuvvetleri, ABD Avrupa Komutanlığı ve Adalet Bakanlığı’nı apsıyordu. 

İstenen bilgiler geniş bir liste oluşturduğu için yalnızca ikisini belirtmekle yeneceğim: (1) Saldırıdan once ve sonra ABD hükümeti filoyla ilgili olarak İsrail’le hangi komünikasyonları yapmıştır ve bu komünikasyonların içeriği nedir? (2) İsrail’in Birleşmiş Milletler tarafından toplu cezalandırma olarak nitelenen Gazze ablukası konusunda ABD politikası nedir?

Bu bilgi istemi davası 13 ay sonra başarıyla sonuçlanır. ABD hükümetinin değişik kurumları ABD hükümetinin “Gazze’ye Özgürlük Filosu”na yapılan ölümcül ve hukuka aykırı saldırı konusunda İsrail’i ve İsrail ordusunu sorumluluktan koruduğunu gösteren binlerce sayfalık belgeyi yayınlanmak zorunda kalır.

AHM’nin Filistin halkıyla dayanışma kapsamında açtığı önemli davalardan bir diğeri, İsrail’in ve müttefiklerin Gazze’de işledikleri savaş suçlarıyla ilgilidir. Yazının konusuyla yakından ilgili olduğu için, bu dava konusunda biraz bilgi vermek gerekiyor.  

16 Ocak 2015’te, Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM)Filistin topraklarında işlenen suçlar konusunda ön inceleme başlatır. Filistinli insan hakları örgütleri ve mağdurlar, İsrailli yetkililer tarafından işlenen savaş suçları ve insanlığa karşı suçlarla ilgili beyanlarda bulunur, bilgi sunar. 20 Aralık 2019’da UCM, soruşturmanın sürdürülmesi için makul bir temel olduğu sonucuna varır. Bunun üzerine, AHM Filistin’in her yerinden ve diasporadan yirmi Filistinli zulüm mağduru adına mahkemeye bir sunum yapar. Bu sunumuna ardından 29 Nisan 2020’de Filistin’den ve bölgeden 180’den fazla insan hakları örgütüyle birlikte UCM Savcısı’nın soruşturmayı gecikmeden başlatmasını talep eder. Bunun üzerine, 3 Mart 2021’de, UCM Savcısı İsrail’in Filistin’de işlediği savaşsuçlarıyla ilgili soruşturma açıldığını duyurur.

Yukarıdaki özetten görüleceği gibi, AHM geniş yelpazeli bir sivil ve insan hakları mücadelesi çerçevesine sahiptir. AHM’nin yaklaşımının en belirgin iki özelliği, hukuku yaratıcı ve korkusuz bir şekilde kullanmak ve hak mücadelesini toplumsal adalet için mücadele eden topluluklarla ortaklık kurarak ve onların kurtuluş mücadelelerini merkeze alarak gerçekleştirmek. Bugüne kadar birçok öncü davayı kazanmasının bir nedeni bu ozellikler ise, diğer nedeni hukuk, hak savunuculuğu ve stratejik iletişim yöntemlerini birlikte kullanması, böylece hakim anlatıları dönüştürme olanağı yaratmasıdır. Bu nedenle, AHM’nin taslak bir iddianame niteliğine sahip ve İsrail’e ve ABD’ye karşı soykırım suçu isnat eden raporunu ciddiye alıyorum ve her türlü desteği hakkettiğini düşünüyorum. 

İsrail’in Soykırım Suçunun ve ABD’nin Suç OrtaklığınınBelgelenmesi

Bu bölümde, AHM’nin İsrail’in soykırım niyeti ve pratikleri;ABD’nin de bu niyet ve pratiklere karşı Soykırım Sözleşmesindeki yükümlülüklerini yerine getirmemesi, hatta oluşmakta olan soykırım suçuna iştirak etmesiyle ilgili bulgularını özetleyeceğim. Bunun için, önce AHM’nin 7 ile 10 Ekim tarihleri arasında İsrail’in Gazze’ye yönelik şiddeti savunma ve bu şiddete maruz kalan Filistinlileri şeytanlaştırma söylemiyle ilgili kanıtları özetleyeceğim. Daha sonra, Gazze’ye yönelik İsrail saldırılarının 23 Ekim tarihine kadar neden olduğu sivil can ve mal kayıpları konusunda bilinenleri özetleyeceğim. Bölümün üçüncü kısmında AHM’nin ABD’nin soykırım suçunu önlememesi ve suça iştirak etmesiyle ilgili kanıtlarını özetleyecegim. Her kısımda AHM’nin özetlenen bilgi ve belgeler temelinde soykırım suçu ve suça iştirak konusunda vardığı sonuçları paylaşacağım. 

Önce Rapor’un Hamas’ın askeri kanadı El Kassam Tugayı’na bağlı savaşçıların eylemleriyle ilgili saptamasıyla başlamakta yarar ar. AHM, El Kassam Tugayı’na bağlı savaşçıların çoğunluğu sivil olan ve 1.400 kişi civarında olduğu tahmin edilen İsrailli’yi öldürmesi ve yaklaşık 200 ivil kişiyi rehin olarak götürmesinin savaş suçlarını yasaklayan kanunlar dahil olmak üzere uluslararası insani hukuk kurallarına aykırı olduğunu; dolayısıyla hesap verebilirlik için uygun mekanizmalar yoluyla ele alınması gerektiğini kabul etmektedir. Ancak, sozkonusu uygun mekanizmalarınherhangi bir devletin veya bireyin meşru müdafaa adına soykırıma evrilen savaş suçları işlemesini ne kapsar ne de meşrulaştırır. Bu mekanizmalar uluslararası hukuk kurallarıyle sınırllı ve uyumlu olmak zorundadır.  

Bu saptamadan sonra, Rapor 7 – 17 Ekim arasıda İsaril devleti temscilerinin (ve eski devlet görevlisi bazı sivillerin) Gazze’ye yönelik saldırının hendefinde olan Filistin halkını şeytanlaştırmak ve kısmen veya tümden ortadan kaldırmakla ilgili edim ve söylemlerini belgeler. Raporda her kanıt için kaynak verildiği için, burada okuyucunun okuma hızını kesecek kaynak bilgileri vermeyeceğim. 

7 Ekim günü, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu televizyondan yayınlanan bir konuşmasında Gazze’ye karşı savaş ilan edildiğini duyurdu. Ilan edilen savaşın gerekçesi, İsrail topraklarına sızan Hamas militanlarının sivilleri öldürmesi ve 200 civarında rehine almasıdır. Ancak savaşın sivil halkı da hedeflediği daha ilk andan belliydi. Netanyahu,İsrail’in “teröristlerin sızdığı toplulukları temizlemeye”, yani Gazze halkına yönelik bir ‘demografik temizliğe’ başladığını duyurdu. “Düşman”ın benzeri görülmemiş bir bedel ödeyeceğini belirten Netanyahu, Gazze’deki iki milyondan fazla Filistinliye “hemen dışarı çıkmalarını” emretti. İsrail Enerji Bakanı Israel Katz, Gazze’deki sivillerin kitlesel olarak zorla sınır dışı edileceğini duyurmasının yanı sıra, Gazze Şeridi’ne verilen elektriğin tamamen kesilmesi emrini de duyurdu. 

9 Ekim’de İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, Filistin halkını şeytanileştiren bir dil kullandı ve Gazze Şeridi’nin tamamen kuşatılması emrini verdi. Filistinlilere yönelik toplu cezalandırma niyetlerini duyurdu: “Elektrik olmayacak, yiyecek olmayacak, yakıt olmayacak, her şey kapalı. Biz insansı hayvanlarla savaşıyoruz ve buna göre hareket ediyoruz.” Bakan ayrıca “Gazze Şeridi’ne yardım sağlamaya çalışanları bombalamakla” tehdit etti.

10 Ekim’de İsrail Savunma Güçleri (IDF) sözcüsü Daniel Hagari, İsrail ordusunun “yüzlerce ton bomba” attığını duyurdu ve “önemin isabet değil hasar üzerinde olduğunu”ekledi. Bölgelerdeki Hükümet Faaliyetleri Kördinasyon  dairesi (“COGAT”) başkanı İsrailli Tümgeneral Ghaşan Alian Gazze’deki Filistinlilerin yaşamını yok etme niyetini açıkça ifade etti: İnsansı hayvanlara bu şekilde davranılmalıdır. Gazze’de elektrik ve su olmayacak, sadece yıkım olacak. Cehennemi istedin, cehenneme gideceksin.” Yedek Tümgeneral Giora Eiland, İsrail gazetesi Yedioth Ahronoth’ta şunları yazdı: “Gazze’de ciddi bir insani kriz yaratmak, amaca ulaşmak için gerekli bir araçtır” ve şöyle ekliyordu: “Gazze, hiçbir insanın var olamayacağı bir yer haline gelecektir.”

11 Ekim’de İsrail güçleri sivillere yönelik savaş suçlarına bir yenisini eklediler: Gazze’nin yoğun nüfuslu bölgelerinde beyaz fosfor kullandılar. Bu kimyasal silah kemiklere kadar inen ciddi yanıklara neden oluyor; insan vücudunun yalnızca yüzde 10’unu etkilese bile ölümcül olabiliyor ve nesiller boyu doğum kusurlarına neden oluyor. 12 Ekim’de ise, İsrail ordusu bir milyondan fazla kuzey Gazze nüfusunun tamamının 24 saat içinde güney Gazze’ye taşınmasını emretti.

13 Ekim’de İsrail Devlet Başkanı Isaac Herzog soykırım niyetini net bir şeekilde ifade etti: Sorumlu olan bütün bir ulus. … sivillerin farkında olmadığı, olaya dahil olmadığı yönündeki söylem kesinlikle doğru değil.” Enerji ve Altyapı Bakanı Israel Katz ise şunları söyledi: “[G]aze’deki tüm sivil nüfusa derhal bölgeyi terk etmeleri emrediliyor. … Dünyayı terk edene kadar onlara bir damla su veya tek bir batarya bile verilmeyecek.”  

İsrailli yetkililerin Filistinlilerin insandan aşağı olduğu ve yok edilmesi gerektiği yönündeki görüşleri, “morali yükseltmek” için yedek görevine çağrılan ve 95 yaşında olan İsrail ordusu yedek askeri Ezra Yachin tarafından desteklendi. Sosyal medyada iki milyondan fazla izlenen bir klipte, İsrailli askerleri soykırıma teşvik etti: “Muzaffer olun, işlerini bitirin ve kimseyi geride bırakmayın. Bunların hafızasını silin. Onları, ailelerini, annelerini, çocuklarını silin. Bu hayvanlar artık yaşayamaz. . . . Bütün gücümüzle yıkımı tamamlayın, girin ve yok edin.”

14 Ekim günü, Başbakan Binyamin Netanyahu’nun eşi Sara Netanyahu’nun yakın danışmanı ve ofis yöneticisi Tzipi Navon, İsrail’i Gazze’deki Filistinlilere işkence yapmaya çağırdı. “Gazze’yi dümdüz edin diyoruz ve bence bu yeterli değil” dedikten sonra Gazzelilerin tırnaklarının söküp derilerinin canlı canlı yüzümesini, erkeklerin cinsel organlarının kesilip kızartılarak yakalananlara yedirilmesi gerektiğini belirtti. İsrail Başbakanı Netanyahu 16 Ekim’de Filistinlilerin yokedilmesinin gerekliliğini şu şekilde artiküle etti: “Bu, ışığın çocukları ile karanlığın çocukları arasındaki, insanlık ile orman kanunları arasındaki bir mücadeledir.” 

Nazi rejiminin Yahudileri şeytanlaştıran söylemini andıran, hatta Filistinlilere karşı kontrolsüz şiddeti Nazilerden daha fazzla çıplak bir şekilde savunan bu açıklamalar, hem İsrail politik eliti içinde hem de sivil toplum bireyleri arasında ciddi bir soykırım suçu işleme niyetinin varolduğunu göstermektedir. İsrail’in 7 Ekim’den sonra Gazze’ye yönelik saldırıları bu niyetin uygulandiğına dair güçlü kanıtlar sunuyor. 

İsrail saldırıilarının Gazze’den neden olduğu can ve mal kaybına dair günlük bilgiler AHM raporunda günlük olarak verilmektedir. Ama bu bilgiler yalnızca raproun 18 Ekim’de yayınlanmasından bir gün öncesine kadar mevcuttr. Daha güncel bilgi vermek için, bölgeyle ilgili innsan haklarıraporlarına ve Birleşmiş Milletler’in yayınladığı bilgilere başvurdum. Ortaya çıkan sonuçlar kahredicidir. 

Birleşmiş Milletler’i Gazze Sağlık Bakanlığı’na dayandırdığı bilgilere göre, 23 Ekim itibariyle Gazze’de öldürülen sivil insan sayısı 5.087. Ölenlerin yüzde 62’sinden fazlası kadın ve çocuklardan oluşmaktadır. Yine yarısından fazlası kadın ve çocuk olmak üzere, 15 bin 273’ten fazla yaralı olduğu gibi, 12.000’den fazla kendisinden haber alınamayan kayıp; ve temel hizmetlerin tümünden yoksun en az 50.000 hamile kadın bulunmaktadır. 

İsrail şidetinin 7 Ekim’de başlamasından sonra, BM’nin Filistinli Mültecilere Yardım Örgütünden (UNRWA’dan) 35 BM personeli ölmüs, 18 personel de yaralanmıştır. Okullari ve mahallerleri bopmbalnadığı için eğitimden mahrum kalan çocuk sayısı 625 binin üzerindedir; bombalanan okul sayısı en az 206’dır ve bunların en az 29’u UNRWA tarafından işletilen okullardır. 22 Ekim Pazar günü UNRWA’dan verilen bilgiliye göre, bombalamlarda ölen UNRWA personelinin yarısı öğretmendir. 

Gazze’de yerinden edilen insan sayısı 23 Ekim itibariyle 1,4 milyon – yani Gazze nüfusunun üçte-ikisi!. Bombalanam sağlık kuruluşu sayısı 72. Euro-Med Monitor adlı bir insan hakları gözlem kuruluşu, bu ihlallerin Gazze Şeridi’ndeki sivillerin başta yaşam hakkı, barınma hakkı ve mülkiyet hakkı olmak üzere bir dizi temel hakkına yönelik açık bir saldırıolduğunu, insani bir faciayayla karşı karşıya olduğumuzu belirtmektedir. 

Bu kahredici veriler Iısrail’in soykırım niyetinin retorikle sınırlı olmadığını, niyetin amansız bir şekilde uygulamaya konulduğunu gösteriyor. Kuşkusuz, bu veriler İsrail’in daha önce Filistin topraklarında işlediği savaş suçlarının önemini azaltmıyor. Tam tersine, bu suçları cezasız kalan İsrail devletinin ve devlet peronelinin pervasız bir şekilde soykırıma doğru evrildiğini gösteriyor. İsrail’in Gazze’de sergilediği şiddet Hamas’ın uluslararası hukuka aykırı eylemi nedeniyle meşrulaştırılamaz. Bu nedenle, AHM İsrail’in bir halkın imhasına yönelik bir niyet ve uygulama içinde olduğunu, dolayısıyla soykırım suçundan yargılanması için yeterli koşulların oluştuğunu belirtmektedir.

AHM raporu ABD’nin İsrail’in soykırım suçuna oratklık ettiğini de ileri süruyor. Bu sav, ABD yönetminin değişik temsilcilerinin İsrail’e koşulsuz destek veren söylem ve eylemlerine dayanıyor. Örneğın Başkan Biden 7 Ekim’deABD’nin İsrail hükümetine her türlü desteği sunmaya hazır olduğunu belirtmiş, Kabine Sekreterliği üteleri ve yürütme organı yetkilileri bu kesin desteği yeniden doğrulamıştır. 8 Ekim’de ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin ABD’nin “İsrail Savunma Kuvvetlerine, mühimmat da dahil olmak üzere hızlı bir şekilde ek ekipman ve kaynaklar” sağlayacağını belirtmiştir. 

9 Ekim’de, ABD Savunma Bakanlığı kimlik kodlarını taşıyan beyaz fosforlu top mermilerinin İsrail tarafından Gazze dışındaki Sderot’a yerleştirildiği saptanmıştır. Muhtemelen, bu ekipman 12 Ekim’de Gazze’de gerçekleşen beyaz fosfor saldırısında kullanılmıştır. Bunun dişinda, İsrail’in sivil bölgeleri kasıtlı olarak hedef aldığına dair yaygın raporlara rağmen, ABD ve diğer İsrail mütefikleri Gazze’deki sivil halkın abluka altına alınmasını kolaylaştıracak diplomatik ve siyasi araçları Iısrailin hizmetine sundu. 

10 Ekim’de düzenlediği basın toplantısında, Biden İsrail’in eylemlerine koşulsuz ve net bir şekilde destek verdiğini yeniden belirtti. “İsrail’in vatandaşlarına bakmak, kendini savunmak ve bu saldırıya yanıt vermek için ihtiyaç duyduğu her şeye sahip olmasını sağlayacağım” dedi. Aynı zamanda, Filistinlileri şeytanlaştırran İsrail dezenformasyonuna destek verdi: Böyle bir resim olmadığı halde başları kesilen çocukların ve bebeklerin resimlerini “gördüğünü” iddia etti.Aynı gün, Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Matthew Miller’a, ABD’nin öldürülen Filistinlilerin sayısından haberdar olup olmadığı ve ABD’nin “İsrail’e saldırılarını durdurması çağrısında bulunup bulunmayacağı” soruldu. Miller Filistinlilerin sayısı hakkında konuşmayı reddetti. Üstüne üstlük, Gazze nüfusunun toplu olarak cezalandırılmasını haklı cıkarırr bir şekilde, İsrail’in vatandaşlarına karşı gerçekleştirilen teröre karşı sert bir karşılık verme hakkı olduğunu söyledi. Bu karşılık verilirken İsrail’in uluslararası hukuka uymasını beklediklerini eklemekle birlikte, ABD’nin bunun için ne yapacağı konusundan hiç bir bilgi vermedi.

12 Ekim’de, İsrail Gazze’nin kuzeyinde yaşayan 1,1 milyon kişinin bölgeyi derhal terketmesini emretti.  Teknik açıdan olanaksız yasal olarak savaş suçu teşkil eden bu emre rağmen, Israil’i ziyaret eden ABD Dışişleri Bakanı Blinken, ABD’nin İsrail’e koşulsuz desteğini açıkça yeniden belirtti. “ABD her zaman yanınızda, yanınızda olacaktır.” dedi. Bunu 13 Ekim’de ABD Savunma Bakanı Austin’in ziyareti izledi. Bu ziyaret sırasında, Austin ABD’nin askeri yardımı göndermeye hazır olduğunu ilan etti ve “mühimmat, hava savunma yetenekleri ve diğer ekipman ve kaynakların” zaten İsrail’e “hızla akmakta olduğunu belirtti.

Bu veriler temelinde, AHM raporu ABD’nin rolüyle ilgili üçsaptama yapıyor. Birincisi, ABD’nin İsrail’e verdiği koşulsuz destek ne soykırım niyetini ortadan kaldırır ne de uluslararası hukuka aykırı saldırıları meşru kılar. Bu nedenle, hem niyet hem de fiili uygulama açısından İsrail’in Filistin halkına karşı soykırım suçu işlediğini gösteren kanıtlar vardır. İkincisi, Hamas’ın askeri kanadı El Kassam Tugayı’na bağlı savaşçıların sivilleri hedef alan saldırıları uluslararası insani hukuka aykırıdır ve bunun için hesap verme mekanizmaları çalıştırılmalıdır, ancak Soykırım Sözleşmesi’nde de belirtildiği gibi bu tür ihlaller “hiçbir Devletin veya bireyin meşru müdafaa adına soykırımı meşrulaştırmasına” gerekçe olamaz. Üçüncüsü, İsrail’in Gazze’deki Filistin halkını yok etmeye yönelik niyet ve eylemleri ortadayken, ABD’nin İsrail askeri operasyonunu, kuşatmayı ve saldırrı kampanyasını desteklemesi soykırıma suç ortaklığı düzeyine yükselmektedir.

Sonuç yerine

Bu raporu yayınlamakla, AHM Filistin halkının adalet ve özgürlük mücadelesine ve Filistin halkıyla dayanışma içinde olanların destek kampanyalarına üç önemli katkıda bulunmuştur. Birincisi, Israil’e ve uluslarası destekçilerine karşı soykırım suçu ve soykırım suçuna iştirak iddiasıyla dava açılması yönünde önemli bir adım atmıştır. AHM’nin hukuk ekibinin raporun bulguları ışığında bir ‘halk idianamesi’hazırlayıp uluslararası bir kampanya başlatması büyük bir olasılıktır. İkincisi, AHM raporu başta ABD olmak üzere Batılı devletlerin empoze ettiği ve İsrail devletinin suçlarınıörten ‘meşru savunma’ anlatısını tehdit etmiştir. Bu ‘anlatı kaydırma’ etkisi BM içinde artan İsrail ve ABD eleştirisi birleştirilebilir; Küresel Güney olarak bilinen ülke grubunun daha önceki ‘bağımsızlar bloku’ gibi BM’de yeni bir etkinlik ve mesruiyet kazanmasii için imkanlar yaratabilir. Üçüncüsü, AHM raporundaki bilgiler ve soykırımı suçu isnadı Filistin halkıyla dayanışma içinde olan tüm aktivistler için bir referans; dolayısıyla uluslararası destek kapmanyalarındaki talepler icin ortak bir hedef oluşturma kapasitesine sahip olacaktır.