12 Eylül Darbesinden Sonra Sığındığım Suriye’de Neler Oluyor

Ve Neden Bugün “Hepimiz Aleviyiz” Sloganını Atıyoruz…

Adil Okay

Suriye’ye iki defa illegal yollardan, bir kez de yasal olarak girdim. İlki, 12 Eylül faşist darbesinden sonra, Ekim 1980’de bir grup aranan yoldaşımla birlikte Adana Karataş’tan bir kaçakçı teknesiyle oldu. Suriye’de bir ay kaldıktan sonra Türkiye’de aranan bir grup arkadaşı kurtarmak için gönüllü oldum ve yine bir kaçakçı teknesiyle, fırtınalı bir yolculuk sonucu ülkeye döndüm. Şans eseri yakalanmadan aranan yoldaşları da yanıma alarak Antakya’ya geldim. Antakyalı Alevi yoldaşların yardımıyla, kaçakçılar rehberliğinde kara yoluyla Suriye’ye geçtim.

Elbette birer cümle ile özetlediğim bu tehlikeli yolculuklar sırat köprüsünden geçmeye benziyordu. Birçok devrimci ülkeyi terk ederken denizde boğuldu, dağda donup ölenler oldu… 12 Eylül mezaliminden sağ kurtulan bizler bu kez önce Suriye’de zor koşullarda sonra da Lübnan, Filistin kamplarında savaşın içinde yaşamak zorunda kaldık.  Çok sayıda yoldaşımız da İsrail saldırılarında hayatını kaybetti.[i] 12 Eylül ve Filistin Günlüğü adlı anı belgesel kitabımda bütün bunlara yer vermiştim.[ii]

2008 El Rakka Şiir Festivali

Suriye’ye üçüncü girişim de 2008 yılında, Suriye Kültür Bakanlığı’nın davetlisi olarak yasal yolarla oldu. El Rakka Uluslararası Şiir Festivali’ne Türkiye’den üç kişi davetli olarak gitmiştik. Ben, şair Ayşegül Tercan ve yazar, Orta Doğu uzmanı Bereket Kar. Bizi çok iyi ağırladılar. Saçı açık kadınlar, saçı kapalı kadınlar, geleneksel ya da batı tarzı giysileri ile erkekler, Aleviler, Sünniler, Hristiyanlar akşamları otelde aynı içki masasına oturuyor, sohbete devam ediyorduk. Suudi bir kadın şaire Suudi Arabistan’da böyle giyinip giyinemediğini sorduğumda “tabi ki hayır burada nefes alıyorum” cevabını almıştım. O yıllarda Suudi Arabistan’da kadınların araba kullanması bile yasaktı.

Festival boyunca dünyanın birçok bölgesinden gelen şairlerle fikir alışverişleri, sanat – edebiyat temalı serbest forumlar, siyasi tartışmalar yapıldı. Festivalde tanıştığım Faslı şair Mostafa Badoi’nin tercümanlığında, Suriye devlet televizyonunda yaptığım konuşmada Suriye halkına şükranlarımı sunmuştum. Youtube ’tan izlenebilecek o konuşmada özetle şunları söylemiştim: “Ülkenize iki defa kaçak girdim. 1980 faşist darbesinden sonra, ülkemizden ülkenize akan Fırat Nehri kan ağlıyordu. O koşullarda beni ve benim gibi yüzlerce Arap, Türk, Kürt Türkiyeli devrimciyi bağrınıza bastınız, korudunuz. Bunun için size müteşekkirim. Aradan 28 yıl geçti. Bu kez aranan bir “kaçak” olarak değil, yasal bir yazar – şair olarak ülkenizdeyim. Ama ne yazık ki Fırat suyu hâlâ kan akıyor.” (Konuşmamın bütününü YouTube bağlantısından dinleyebilirsiniz.) [iii]

Suriye, benim gibi ülkesine kaçak yollardan giren devrimcileri Türkiye’ye teslim etmedi. Ama 1951 BM Mülteci anlaşmasına imza atmadığı için bize mülteci statüsü de vermedi. Türkiyeli devrimcilerin büyük çoğunluğu – ben de dahil- Suriye’den Filistin kamplarına geçti. Orada İsrail’e karşı savaşta enternasyonalist görevlerini yerine getirdi. Dayanışma karşılıklı oldu. Filistinlilerin tuzlarını ekmeklerini yedik. Sürgün hayatımıza anlam katmış olduk. Haziran 1982’de İsrail’in Lübnan’ı kuşatması sonucu Filistinlilerle beraber Lübnan’ı terk ettik. Yine sığındığımız ülke Suriye oldu.

1981-1982 Yılları arasında aylarca kaldığım Suriye’de hafızama kaydettiklerim

Suriye’de geçirdiğim aylar boyunca Lazkiye’de, Şam’da, Halep’te gözlemlerim şunlardı:

Suriye’de görece bir laiklik vardı. Avrupa’dan geri ama İsrail’le kıyaslayınca daha laik bir ülkeydi. Bu arada bir not düşeyim: Sanıldığının aksine İsrail laik bir ülke değildir. Yahudi şeriatı ile yönetilmektedir. Örneğin Yahudilerin dini nikah yapması yasal zorunluluktur. (Bu konu hakkında “İsrail laik değildir, Yahudi şeriatı ile yönetilen bir barbar devlettir” başlıklı bir araştırma yazısı hazırlamıştım. [iv] )

Suriye’deki Temsili Demokrasi tartışmalıydı. Muhalefete söz hakkı yoktu. Hapishanelerde sadece radikal İslamcılar veya adli mahkumlar yoktu. Çok sayıda Suriyeli komünist de hapishanedeydi. Yasal Suriye Komünist Partisi’nin olduğu bir ülkede bu nasıl olur diye soru gelebilir. Bunun yanıtını 10 yıl sorgusuz sualsiz, mahkemesiz hapis yatan ve yine mahkemesiz serbest bırakılan, Şam’da tanıştığım bir Suriyeli komünist şöyle anlattı. “Eğer resmi Baas Partisine bağlı komünist partisinden değilseniz, hele hele Maocu ya da Troçkist iseniz sorgusuz sualsiz zindana atılırsınız…”

Diğer yandan Suriyeli Kürtlerin de ana dilde eğitim vd. hakları yoktu. Ancak anayasal güvence olmadan “de fakto” olarak kullanılan hakları vardı. Kürtçe konuşmak yasak değildi. Örneğin bizzat Suriyeli Kürtlerin düzenlediği hayatımın ilk kitlesel – yasal Newroz kutlamasına, 1981 yılında Suriye’de katılmıştım. O tarihte bu Türkiye’de bile görülmemişti.

Hafız Esat fotoğrafının asılmadığı sokak, cadde, işyeri yoktu. Devlet dairesi olsun olmasın her işyerinde, küçücük bakkallarda bile Hafız Esat fotoğrafı vardı. Bunu sadece Hafız Esat’a duyulan sevgiye bağlamadım. Kişiyi putlaştırma, hayranlık ve/veya korku nedeniyle savunma refleksi diye yorumladım. Bütün geri kalmış ülkelerde aynı manzarayı görmek mümkün. Ama Cemil Hayek’in, Adonis’in, Zeki Arsuzi’nin heykel veya fotoğraflarını göremedim.

İşte böyle bir çelişkiler ülkesiydi Suriye. Baba Esat’tan sonra iktidarı devralan Beşar Esat zamanında biraz rahatlama olduysa da bu yeterli değildi. Ülkede oğul Esat yönetiminden beklenen demokratik açılımlar, reformlar İsrail’in, Türkiye’nin ve ABD’nin desteğiyle güçlenen İslamcı örgütlerin iç savaşı başlatmasıyla yarıda kaldı. Ülke fiili olarak bölündü. Ülkenin bir bölümü dış güçler tarafından işgal edildi.

“Suudi Arabistan’a neden “Demokrasi” ihraç edilmiyor

İç savaş başladıktan sonra bazı sol kimlikli yazarlar “Ama önce barışçıl başlayan ve sol muhaliflerin de katıldığı gösterilere rejim güçleri silahla saldırdı, bastırmaya çalıştı. İslamcı örgütler sahaya daha sonra çıktı. Esad yönetimi bir dikta rejimiydi, ülkede demokrasi yoktu, Hafız Esat döneminde Hama’da 20 bin sivili katlettiler, bugün de Beşar Esat iktidarı aynı despot politikayı uyguluyor vb.” açıklamalar yaptılar.

Onlara yanıtım şu olmuştu: “Haklı olabilirsiniz. Ama önce vurgulamalıyım ki birincisi Suriye’de iktidardaki Baas partisi bilinenin aksine Alevi partisi değildi. Partide Sünni kökenliler çoğunluktaydı. 22 Bakan Sünni kökenliydi. Ordu ve polis teşkilatında da öyle bir denge vardı. Genelkurmay başkanı dahi Sünni’ydi. Ticari hayatta da öyle. Sünni burjuvalar, toprak ağaları Alevi burjuvalardan ekonomik olarak daha güçlüydü. Yani Suriye’deki anti demokratik uygulamaları, dikta rejimini, devlet başkanı Alevi diye, Esat ve ailesi ayrıcalıklı yaşadı diye sadece Alevilere mal etmek ön yargıdır. Ayrıca olaylara sınıfsal bakmak daha doğrudur.”

İkincisi dış müdahale olmasa Suriye kendi iç dinamiği ile gelişebilirdi. Ülkedeki Demokrasi Güçleri’ne destek sunulabilirdi.

Üçüncüsü Irak gibi ülkelerde yaşananlardan sonra bir kez daha gördük ki emperyalist işgallerle demokrasi ihraç edilemez. Ayrıca eğer amaç “demokrasi ihracı” ise, Suriye’den daha karanlık bir rejimi, Suudi Arabistan’ı desteklemek yerine oraya veya hakkında alınan 65 BM kararına uymayan, işgal ettiği Filistin topraklarından çıkmayan İsrail’e demokrasi götürselerdi… Ama biliyoruz ki amaç “demokrasi, insan hakları değil” pazar paylaşımıydı…

Milyonlarca Suriyeli iç-dış göçe zorlandı, mülteciler yine günah keçisi ilan edildi

Suriye’de iç savaş başladıktan sonra 300.000’den fazla insan öldü. Bunların yarısı Alevi nüfustandı ve içlerinde çok sayıda sivil vardı. (Dr. Hakan Mertcan’ın araştırma sonucuna göre iç savaşta 160.000 Alevi hayatını kaybetti.[i]) Alevi, Sünni, Hristiyan, Arap, Kürt, Türkmen, Dürzi -büyük çoğunluğu savaşta taraf olmayan- milyonlarca Suriyelinin evi yıkıldı, iç-dış göç yaşandı. Milyonlarca Suriyeli mülteci konumuna düştü. Suriyeli burjuvaların bazıları varlıklarını, Suriye’nin milli servetini dışarı kaçırıp rahat yaşarken, mülksüzlerin birçoğu göç yollarında öldüler, çakma can yelekleriyle denize açılıp umuda yolculukta boğuldular, sığındıkları ülkelerde yarı köle olarak çalışmak zorunda kaldılar. Tacize, tecavüze uğradılar. Irkçı saldırıların hedefi oldular.  Binlerce Suriyeli kız çocuğu T.C vatandaşları tarafından “ikinci eş” adı altında cariye – hizmetçi yapıldı.[ii]

İşte bu ırkçı milliyetçi saldırı kampanyalarına ne yazık ki asimile olmuş, Türk’ten daha Türkçü bazı Arap, Arap Alevi T.C. vatandaşları da katıldı. “Pis Araplar, pis Suriyeliler” söylemleri onları rahatsız etmedi. Bazıları “Esad yanlısı değilsen düşmansın” düz mantığıyla tavır koydu. Bazıları da kentlerinde örneğin Antakya’da ÖSO mensuplarının tacizlerini tüm mültecilere mal etme yanlışına düştüler. Neden sonuç ilişkisini düşünmediler. Büyük çoğunluğu apolitik, mülksüz, yoksul, Suriye’deki savaşta taraf olmak istemeyen, savaşmak istemeyen, AKP iktidarının davetiyle-kışkırtmasıyla ülkemize gelmiş ama mülteci statüsü bile verilmeyen, Avrupa’ya geçme hayalindeki aklı selim milyonlarca insanı dar bakışla “terörist” ilan ettiler. Demokrat Arap Alevi yazarların, sosyalist partilerin bu konuda insani uyarıları, ortak basın açıklamaları karşılık bulmadı. Ülkemizde Kürtlerden sonra Suriyeliler hedef tahtasına konuldu.

“Pis fellahlar”

Oysa biz yıllarca ırkçı – milliyetçilerin “Pis Fellahlar, kuyruklu Kürtler, Ermeni dölü…” söylemlerine karşı mücadele ettik. Kadim kentim Antakya’da ilkokulda anadillerini konuşan Arap Alevi arkadaşlarımızın kafalarında öğretmen sopalarının kırıldığına, Kürtlere uygulanan baskının onlara da yapıldığına tanık olduk. (Yani Türkiye genelinde sadece Kürtçeye değil, Arapçaya da saldırı vardı. Bu da “Cumhuriyetin değerleri” adı altında yapılıyordu.)

70’li yıllarda Antakya’da Alevi Sünni mahallerinin bölündüğüne, Alevilerin linç edilme korkusu ile yaşadıklarına tanık olduk. Alevilerin Alevi olduklarını, Hristiyanların Hristiyan, Yahudilerin Yahudi olduklarını  -kimi zaman- gizlemek sorunda kaldıklarına tanık olduk. “Antakya bir mozaiktir…” söyleminin bir retorikten öteye geçmediğine tanık olduk.

Antakyalı Yahudi ve Hristiyanların psikolojik baskıya dayanamayıp göç ettiklerine, mozaiğin kırıldığına tanık olduk. Askerde baskı görmesin diye çocuğunu ağlayarak sünnet ettiren Ermeni babaların anlattıklarını dinledik. Ezilenlerin bazılarının ise bu ırkçı – milliyetçi söylemleri tekrar etmesi, benimsemesi bizi şaşırttı ve üzdü. Elimizden geldiğince bu konuda uyaran yazılar yazdık. Paneller düzenledik.

Beşar Esat Cemil Hayek veya İbrahim Hannano ya da Salvador Allende olamadı

Sonuç itibariyle 2011’den bu yana süren iç savaş, Suriye’ye yönelik İsrail-ABD-Türkiye destekli cihatçı terör örgütlerinin saldırıları, ekonomik yaptırımlar ve daha fazlası, Suriye halkını daha da sefalete sürükledi. Yoksulluk yanı sıra yolsuzluk da arttı.

Ve 2024’te tüm dünyanın şaşırdığı beklenmedik bir gelişme yaşandı. HTŞ adlı bir çatı terör örgütü önderliğinde Şam düştü. Esad direnmeden kaçtı. Bruno Guigue’ye göre “Suriye ordusunun subaylarından daha iyi ücret alan Arap, Özbek ve Uygur paralı askerlerinden oluşan, ağır teçhizatlı bir Türk-Tekfirci ordusuyla karşı karşıya kalan setler yol verdi ve Beşar Esad, oyundan çekilerek gereksiz bir kan gölünden kaçınmayı tercih etti.”[iii]

Elbette Esad’ın açıklama yapmadan-direnmeden kaçması onu sevenlerini hayal kırıklığına uğrattı. Sosyal medyada Alevi arkadaşlarımın paylaşımında bu öfke ve hayal kırıklığı açıkça okunuyordu. Ancak her liderden Cemil Hayek, İbrahim Hannano veya Salvador Allende olmayı beklemek de hayaldi. Aslında “Suriye’nin düşüşü, Netanyahu’nun Başbakan olarak göreve gelmesiyle 1996’ya kadar uzanan İsrail-ABD Suriye kampanyasının doruk noktasıdır. Suriye’nin düşüşü, on yıldan fazla süren ezici ekonomik yaptırımlar, savaşın yükü, ABD’nin Suriye petrolüne el koyması, Rusya’nın Ukrayna’daki çatışmaya ilişkin öncelikleri ve en acil olarak, Suriye Hükümeti’nin temel askeri dayanağı olan Hizbullah’a yönelik İsrail saldırıları nedeniyle hızla gerçekleşti.”[iv]

Peki Esat’ın kaçışı HTŞ’nin kolay bir zaferle iktidara gelişi dışarıda nasıl karşılandı

“Suriye, onlarca yıldır ABD hegemonyasına ve İsrail’in yerleşimci-sömürgeciliğine karşı Direniş Ekseni’nin omurgasını oluşturduğu için bölgedeki pek çok kişi Esad’ın düşüşünü İsrail ve ABD için büyük bir stratejik zafer olarak görüyor.”[v] Batı ülkeleri de düne kadar “terörist” dedikleri HTŞ’yi tanıma ve tebrik kuyruğuna girdi.  AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın şu açıklamaları da bu minvalde: “Yeni yönetimde görev alan isimleri hepimiz gururla anarak takip ediyoruz.”   

Görülüyor ki “Erdoğan iktidarı, HTŞ ve SMO üzerinden şekillendirilecek bir ‘yeni Suriye’ hesabı içinde. Ancak Türkiye yönetiminin hedefleriyle Suriye halklarının talepleri ve tayin edici emperyal aktörlerin hesapları arasındaki farklar, bunun kolay bir yol olmadığını gösteriyor. Dolayısıyla Suriye’de her şeyi olmuş bitmiş gibi sunulan değerlendirmelere fazla itibar etmeden; esas dikkati farklı uluslardan ve dini inançlardan Suriye halklarına, bir şeriatçı din devletine onay vermeyecek kadınların taleplerine yöneltmek, eşitlikçi ve demokratik Suriye’yi savunmak gerek. (…) Alevi nüfusun çoğunlukta olduğu Lazkiye, Tartus’ta, yine Şam, Hama, Humus, Ceble gibi bölgelerde HTŞ’den rahatsızlıklar var. HTŞ koalisyonu içindeki grupların baskı, taciz, yağmalama, yangın, öldürme hareketlerine karşı birçok yerde kitlesel gösteriler yapıldı. Kadınlar da Şam’da düzenlenen gösterilerde laiklik isteğini haykırdı.” [vi]

Aleviler, Dürziler, Laik Sünniler, Hristiyan Araplar, Suriyeli sosyalistler hedefte

Sonuç itibariyle Suriye’de HTŞ (ve SMO) yönetiminde kaybeden sadece Aleviler olmayacak. Gayri müslimler, laik yaşam tarzını benimseyen Sünniler, Hristiyan Araplar, sosyal demokratlar, sosyalistler de linç sürüsünün hedefinde. (Bu yazıyı hazırlarken HTŞ Gruplarının Alevilere, SMO’nun da Kürtlere saldırı haberleri devam ediyordu. Fidan’dan sonra Almanya ve Fransa Dışişleri Bakanı da “kanlı pasta”dan pay almak için Şam’a -düne kadar terörist dedikleri- HTŞ yetkilileri ile görüşmeye gidiyorlardı.) Her gün yeni bir katliam haberi okuyor, canlı yayın izliyoruz. Ama cihatçıların baş düşmanlarının da Aleviler olduğunu biliyoruz. Muhalif olsun olmasın Aleviler linç ediliyor. Buna karşı Hatay’da yaşayan Aleviler kitlesel mitingler düzenliyor, aydınlar ses çıkarıyor.

Tabi bu görev sadece Alevilere düşmüyor. Sünni kökenli barıştan, demokrasiden yana insanlar da ses çıkarmalı “Hepimiz Aleviyiz” diye sokaklara çıkmalıdır.

Hatırlatayım:

Hrant’ın katlinden sonra “Hepimiz Ermeniyiz” dedik,

Roboski katliamından sonra “Hepimiz Kürdüz” sloganını atıyorduk,

Gazze’de soykırım başlayınca “Hepimiz Filistinliyiz” dedik.

Bugün de Suriye’de başlayan Alevi kıyımı üzerine “hepimiz Aleviyiz” sloganını atmalıyız.

03.01.2025


[1] https://youtu.be/iuv0oKoFEH4?si=u02TsbL2z5wXn6yL

[1] https://www.avrupademokrat3.com/12-eylul-ve-filistin-gunlugunun-3-baskisi-adil-okay/

[1] https://youtu.be/PLeGtymW-VY?si=lfLW0a7Tp25J5yqX

[1] https://www.avrupademokrat3.com/israil-laik-degildir-yahudi-seriati-ile-yonetilen-bir-barbar-devlettir-adil-okay/

[1] Hakan Mertcan, Akıntıya Karşı: Aleviler, Suriye ve Laiklik, Adana, Karahan Kitabevi, 2021. (e.n.)

[1] https://bianet.org/haber/hdp-den-multeci-kizcocuklarinin-evlendirilmesine-dair-arastirma-onergesi-173879

[1] https://ozguruniversite.org/2024/12/11/suriye-kaos-stratejisinin-yeni-zaferi/

[1] https://ozguruniversite.org/2024/12/17/abd-ve-israil-suriyeyi-nasil-yikti-ve-buna-nasil-baris-diyor/

[1] https://ozguruniversite.org/2024/12/14/israil-neden-suriyede-kazandigini-dusunuyor/

[1] https://yeniyasamgazetesi8.com/yeni-suriye-hesaplari-ve-turkiye

(Ehlen Dergisi’nin 6. sayısında yayımlanmıştır, Ocak 2025, Yıl:3 Sayı:6)