Doğal Afetin Yıktıkları, Onların Yıktıkları

Ufuk Şafak

“Dünyayı gezip görmekteki amacınız, farklı kültürleri, yaşantıları tanımaksa, Antakya’yı ziyaret etmeniz yeterlidir.”
Libanius

6 Şubat 2023 ve 20 Şubat 2023. Binlerce canımızı kaybettik, söyleyecek çok söz var. Kızacağımız, köpüreceğimiz, dilimizin en ağır cümlelerini savuracağımız çok kişi ve kurum var. “Yıkıldık”, terk edildik. Bir kazmayla bir kürek… binlerce insanı kurtarılabilirdi ama yoktu. Bir kepçe, vinç… binlerce insanı kurtarabilirdi ama yoktu.  Kandırıldık, aldatıldık. Yıllarca ödediğimiz deprem vergilerinden 3-5 kuruşa bir kazma alıp köşeye koymadılar. Hazırlanmadılar, öyle bir dertleri de yoktu. Meğer depreme karşı bir su şişesi bile stoklamamışlar. Antakyalılar[1] günlerce bir damla su, bir parça ekmek bulamadılar.

Depremden önce kurulmuş olan Hatay AFAD’ın internet sitesinden bir alıntı; “Misyonumuz çerçevesinde AFAD’ın sloganı Beklenmeyene Hazırlıklıyız olarak belirlenmiştir.” Misyon-Vizyon hepsi enkaz altında kaldı. Bir AFAD gönüllüsü her şeyi özetliyor aslında: “Gönüllülerin enkaz bölgelerine dağıtımı şu şekilde olur; Ovakent’te yer alan AFAD bölge müdürlüğüne gelinir. Burada gönüllülere gerekli ekipmanlar verilir. Sonrasında belirlenen bölgelere gönderilir. AFAD bize sahip çıkmadı. Bize araç, çadır, ısıtıcı, hiçbir şey sağlamadılar. Enkaz bölgelerine otostop gibi kendi imkanlarımızla gittik. …… Kimseden doğru bilgi alamıyorsun. İl dışından biri koordinatör olarak 6. gün geldi.”[2] Bütün imkanlar, vergiler, AFAD’a ayrılan bütçeler tuzla buz.

Deprem öncesi Antakya’da yıkım yapılıyordu zaten. Antakya’nın “altın gerdanı”nı yıkmadılar mı? 281 yılında İmparator Diocletianus tarafından tamamen yontma taşlarından yaptırılan Roma köprüsü. O çağlarda Antakya doğunun kraliçesi, taş köprü de kraliçenin gerdanıydı. 1970 yılında DSİ ve Anıtlar Kurulu yıkım kararı aldı. 31 üyeli Antakya Belediye Meclisi, siyasi otoritenin baskılarına dayanamayarak yıkım kararını onayladı.  1700 yıllık yaşayan tarih yıktırıldı. Bir doğa harikası olan, tarihin her döneminde Antakya’nın ayakta kalmasını sağlayan Amik Gölü’nü kurutarak bu kenti yıkıma uğratmadılar mı? Doğaya yararı-katkısı olan dünyadaki 5 gölden biri Amik Gölü artık yok.

Amanoslar “yandı” hem de defalarca. Amanoslara beton yığınları, radar üsleri, barajlar, taş ocakları kondurdular. Yüzlerce endemik bitkinin canına okuyarak bu kentin farklı bir boyuttaki yıkımına neden olmadılar mı?

Arabalarımızın daha rahat seyir etmesi için Uğur Mumcu Meydanı ve alt geçidi yapıldığında III. yüzyıla tarihlenen Roma Hamamı’nı parçalayarak un ufak etmediler mi?

Peki ya Samandağ sahili. Defne’nin göz pınarı, Harbiyelilerin deyimiyle “Defne Şellalesi”. Reyhanlı Yenişehir Gölü. Cebel-i Sem’an Kalesi,  (Saint Simon Kalesi). “Restore” edilerek günümüze kazandırma aldatmacasıyla aslını yitiren eski Antakya konakları-evleri? Şehrin hangi noktası yıkıma uğramadı ki?

Belgelere göz atınca Antakya’da deprem için neden sürekli hazırlıklı olmamız gerektiğini anlıyoruz. Rivayet o ki Antakya depremlerde 7 kez yıkılıp tekrar inşa edilmiştir. Tarih bize M.Ö. 1356 da büyük bir tsunamiden bahseder. Ugaritler yazıtlarında bizler için not düşmüştür.

Hangi dilde “Antakya” adıyla tarama yapsak, Antakya depremlerine rastlarız. M.Ö. 148 ve M.Ö. 65 yıllarında Helenistik Antakya yıkıma uğradı. M.Ö. 23 Mart 37 yılı, Defne antik yapılarını kaybetti. 29 Mayıs 526 büyük depremi. Depremden kurtulanların büyük bölümünün, 5 gün boyunca süren yangınlarda öldüğü deprem. Çok değil 2 yıl sonra 21 Kasım 528 Depremi. Roma imparatoru tanrının gazabı olduğunu düşündüğü depremlerden kurtulmak için şehrin adını “Theupolis” (Tanrının Şehri) olarak değiştirdi. Ama gazap sürdü.

Tarih bizim için not almaya devam etti. Antakyalı tarihçi Evagrius Scholasticus 580 yılında Antakya ve Defne’de yaşanan depremde bütün kamu binalarının yıkıldığını ve Defne’nin yerle bir olduğunu anlatır.

İbnü’l-Esir, Süryani Mikhail, Elias, bizler için yazdılar, belgelediler. 713 yılında yaşanan depremin şehrin tamamını yıktığını anlattılar. İslam bilgini el-Suyuti 28 Ağustos 846’da 20.000 kişinin öldüğünü, Asi nehri yatağının değiştiğini anlattı.

Gregory Abu’l Farac 865 yılında, yer altından tüyler ürpertici sesler işitildiğini, Akra’ Dağı’nın bir kısmının koparak denize gömüldüğünü, topraktan gelen pis kokularla beraber Antakya’yı siyah bir bulutun kapladığını anlattı.

Tarihçi Mateos Mart 1053’te yaşanan depremde, yerin yarıldığını ve 10.000 kişinin toprağa gömüldüğünü not düştü. 

“Derin bir uykuya dalmış bulunduğumuz sırada aniden müthiş bir gürültü koptu ve bütün dünya sarsıldı. Yeryüzü şiddetle titredi, kayalar yarıldı ve tepeler çatladı. Dağlarla tepeler şiddetle çınladı. Onlar canlı hayvanlar gibi ses çıkardılar. Dağların sesi kulaklarda bir ordunun çıkardığı gürültüyü andırıyordu. Dehşete kapılan insanlardan figan ve haykırış sesleri yükseliyordu. Bu felaket esnasında herkes kendi hayatından ümidini kesti ve kıyamet gününün geldiğini zannetti. Herkes endişeye kapılmış ve korkudan ölü haline gelmişti” diye anlatır Urfalı Metos 1114 depremini.

15 Ekim 1138 Halep merkezli deprem. Tarihçiler bu depremi “Buğdayın elekte birbirini tokuşturduğu gibi yer sarsıldı, taşlar birbirine çarptı ve evler yıkıldı” demekteydi.

İbnü’l Azimi kaleme aldığı tarih kitabında 1123 yılında Antakya’da bir deprem olduğunu ve suların kurumasıyla şehir bahçelerinin sulanamadığından bahseder. 1170 depreminden sonra, cezalandırıldığını düşünen Antakya senyörü prens III. Bohemund, saçlarını kestirdi, halkın yaptığı gibi kendisi de harar giydi.

Aralık 1387’de Adana’yı da etkileyen Antakya merkezli deprem Halep’e kadar hissedilmiştir. 18 Aralık 1403, 20 Şubat 1404 ve 1405’te Halep’te yaşanan depremlerin Antakya’ya etkilerini net olarak bilemiyoruz. Nisan 1407’de Antakya’da bir deprem daha oldu. Birçok ev yıkılırken, 100’den fazla insan hayatını kaybetti. 1409’da yaşanan depremde ise Cebel-i Akra’dan (Kel Dağı) büyük bir buz kütlesi düştü ve Kuseyr’de bir köy olduğu gibi uçuruma kaydı. Deniz Samandağı’ndan 10 fersah geri çekildi.

13 Ekim 1760’ta Antep, Antakya ve Suriye’deki Şeyzer’de hissedilen kuvvetli bir deprem Antakya’da Cündi Hamamı, dükkan ve evlerin yıkılmasına neden oldu.

13 Ağustos 1822 akşamı Yukarı ve Aşağı Kuseyr köyleri tamamen yıkan deprem.

3 Nisan 1872 tarihinde sabah 07:40 ta Amik Ovası’nda şiddetli bir deprem daha yaşandı. Antakya, Kumlu, Fatikli, Samandağı, Altınözü etkilendi. Evlerin ve dükkânların çoğu yıkılırken 1800’den fazla insan hayatını kaybetti.  3003 konuttan 1960’ı tamamen yıkıldı.

1921 ile 1940 arasında hafif ve dolayısıyla hasarsız sekiz deprem, 1951 ile 1981 arasında oluşan yedi deprem, ve son olarak 1997 depremi sanki 2023 depreminehazırlık yapmışlardı.

Antakya’nın depremselliğiyle ilgili tarihsel bilgiler, belgeler çok fazladır. Neyin yanlış neyin doğru olduğunu bize gösteren, rehber olabilecek yüzlerce bilgi ve belge. Lakin şehirleri, şehirlerin kültürlerini, tarihlerini, insanlarını sevmekle ilgilidir her şey. Hele söz konusu Antakya’ysa. “Medeniyetler Şehri”. Bu sözcük bugünkü medeniyetlerin bir aradalığını anlatmaz. Anladığımız buysa kulağımızı tersten tutuyoruz demektir. Onlarca medeniyet Antakya’da geleceğe el vermiştir. Onlarca medeniyet ortak Antakya kültürünün oluşmasına katkı yapmıştır. Ey Antakyalılar! siz de onlarca medeniyet gibi Antakya’yı koruyun, kollayın ,yıkılmasına izin vermeyin der “Medeniyetler Şehri” sözcüğü.

Bu şehri bir türlü sevmediler. Sevemediler. Örnek olur, birleştirir diye korktular. Bir arada yaşamanın “olağan üstü” değil, gayet doğal olduğunu anlatıyor çünkü bu şehir. Antakya’ya sahip çıkmak hepimizin görevi. Melankolik bir sevgiyle, nostaljik bir duyguyla, değil, akılla, bilimle, tarihin bize yol göstericiliğiyle sahip çıkmalı bu kente. Nice “güç”ler geldi geçti. Daha önce olduğu gibi Antakya’ya sahip çıkmayacaklar.

Yeni yerleşimlerle, TOKİ’lerle paralarına para katarak “Yeni Antakya” kuracaklar. Antakya’nın geçmişte olduğu gibi ayağa kalkması için “Eskiye” ihtiyacı var, yeniye değil. Roma Köprüsü’ne, Affan Kahvesi’ne, sırt sırta vermiş kiliseyle camisine, Defne Mabedine, Defne Amfi Tiyatrosuna, Habib-i Necar’ına, Olimpiyatların yapıldığı Stadyumuna, Hanna Deresi’ne, Amanos’un ormanlarına, İskenderun’un tarihi evlerine, Reyhanlı’daki Müderrisoğlu Konağı’na, Harbiye’deki Dükkan Abbud’lara, Samandağ’daki Fevvar’a ihtiyaç var.

Umutsuz değiliz. Antakya’yı tekrar inşa etmek, kaybettiğimiz canlarımız için bize kalan bir miras. Onlarca deprem, savaş, sel gören bu kentin ayağa kalkması bizim elimizde. Tuğla üstüne bir tuğla koyarken onlarca defa düşünmeli. Onlar izin verse de Antakya’ya sormalı yaptığım doğru mu diye. Dili vardır kentlerin. Canı acıyınca size seslenir. Antakya tarihin derinliklerinden bize sesleniyor; ‘siz ayağa kalkarsanız ben de ayağa kalkarım…’


1 Antakya’dan kastedilen Hatay’dır.

[2] https://www.diken.com.tr/ hataydaki-afad-gonullusu-anlatti-koordinator-6nci-gun-geldi/