ZIRHIM

Nasırlı şu ellerimle öğüttüm mor bulutlardan kuşandığım zırhımı. Yürüdüm, dönüp bir kere bakmadan arkama. Az gittim, uz gittim, Kerbelâ vadisine vardım. Hem ağladım, hem yağmur olup toprağa döküldüm. Yeşerdim. Çölleri tanıştırdım, yağmurun en deli dolusuyla, en divanesiyle… Milim milim yaşadım her ihaneti, her zalimliği, her kalleşliği. Şimşek oldum, o an çaktım, çaktım, çaktım, tozu dumana kattım. Gönlümde kimler varsa ıslandılar tutkuyla. Yine düştük yollara, yürüdükçe çoğaldık,  çoğaldıkça yalnızlığı eksilttik içimizde. Ey gönül penceremizden şafaklara uyanan feryatlar, elbet işitilir bir gün çığlıklarımız. Omuzlarımızda sorumluluklarımız, yüreklerimizde çocuksu hıçkırıklarımız…

Karanlıkları delen, acı sömürülere kalkan kalemlerimiz. Elbet çiçek açar, meyveye döner umutlarımız. Yürüyoruz, yüreklerimizde sevgiler çoğaltarak köy köy, kasaba kasaba, şehir şehir yeniden yeniden doğuyorum, doğuyoruz.  Çünkü, bu göl bizim, bu nehir bizim, bu deniz bizim. Kar yağıyor çöllere, Kerbelâ’ya, yağmur olup düşüyorum toprağa. SU, SU, SU… Gökyüzüne bakıyorum, alev alev yanıyorum. Yarı yolda durup geriye dönmek olmaz. Birleştikçe çoğalır, sığmayız kabımıza ve coşar, taşarız, taştıkça çoğalırız.

Şakir Baki Ün.