Deprem Felaketi: Antakya’da Yaşayan Bir Hekimin Günlükleri

Doç. Dr. Kemal Ağbaht

Bölüm 1

6 Şubat 2023 sabahın erken saatleri

15 günlük sömestr tatili bitmiş, çocuklar ve eşim Meryem Öğretmen ikinci yarıyılın ilk günü sabah erken kalkmak için Pazar günü akşam erkenden uyumuşlardı. Ben de akşam sporumu yapmış ve o şekilde uyumuş olmanın hafifliğiyle derin bir uyku çekmiştim ki, sabah 04.17’de dışarıda nağmelerle vuran hoş bir yağmuru, önce tuhaf bir uğultu ve bir sallanma, ardından çok şiddetli uzun süreli bir sarsıntı bastırdı. Bu gürültüyle irkildik. 5. katta oturuyor olmamızın da etkisiyle olsa gerek sanki salıncağa değil, gondola binmiş gibi giderek şiddetlenen ve sonunda evdeki eşyaları yerle bir eden, mutfakta tezgahı yerinden söken, dolapların açılarak içlerinin boşalmasına sebep olan, kırıp döken, salon duvarını patlatan, oda sayısını azaltan bir sarsıntı idi. Küçük oğlumuz Aristotales yatak odasında bizimle idi, büyük oğlumuz Danyel de çok kısa bir sürede, diğer yan odadan koşarak yanıma gelmiş ve güvenli limana sığınmıştı. Üzerine kocaman giysi dolabının düşmesinden galiba 10 saniye farkla kurtulmuştu. Eşim Meryem ise ortanca oğlumuz Eflatun’u yan odadan almak için gitmiş fakat, depremin şiddeti ile dönüşte kapıyı açamamış ve depremin zemini defalarca sallaması nedeniyle kapıyı açamamış, aksine başını kapı pervazına çarparak alnını morartmıştı, hem kendisinin hem de Eflatun’un. Yine de ucuz kurtulmuş olabilirdik, zira kapı ilk anda açılmış olsa, Danyel’in saniyelerle üzerine düşmesinden kurtulduğu bizim odadaki dolapların, onların üzerlerine düşme ihtimali oldukça yüksekti. Nihayet, deprem 80 saniye sonra duraklayıp evdeki her şey yere döküldüğünde elektrik de kesilmişti. Gondolda imiş gibi sallanmamıza bir de her şeyin bir anda zifiri karanlığa bürünmesi eşlik etti. Şükür ki sitenin ortak jeneratörü hemen devreye girmiş ve apartmanı aydınlatarak hemencecik siteyi tahliye etmemize imkan tanımıştı. Kimse yerdeki cam parçalarına basmadan, sarsılmış olan merdivenlerden kaymadan, molozlara takılmadan, herkes kendini dışarı atabilmişti. Canlarımızı tahliye etmiştik, fakat şiddetli yağmur ve soğuğa çorapsız ve araba anahtarsız, pijama ile yakalanmıştık. Tir tir titreyen çocukları ve annelerini tahliye etmiş olmanın verdiği güvenle, bir an bile tereddüt etmeden koşa koşa tekrar 5. kata çıkmış, tam içeri girecekken artçı şiddetli sarsıntıya yakalanmıştım. O sırada hemen doğalgaz vanalarını (hem bizim dairenin, hem de komşu dairenin) kapatıp sarsıntının durmasını bekledim. Hızlıca kapıyı açıp, devrilmiş olan kocaman elbise dolabını can havliyle ve bir azimle kaldırarak (normal şartlarda 3 kişinin ancak kaldırabileceği bir dolap) altında kalan pantolonumu, cüzdanımı, araba anahtarını ve başka bir yerde duran cep telefonum ile şarj kablosunu, sırt çantamı ve içindeki ilaçları aldım. Elektrik sigortasını indirerek dikkatlice ve olabildiğince hızlıca binayı tekrar terk ettim. Aşağı indiğimde araba sağlamdı çok şükür, çocukları arabaya bindirdim. Yavaş yavaş uyanmaya başlamış, olayın vahametini hafiften hissetmeye başlamıştım. Zira, komşu sokakta binalar tamamen çökmüş, yol araç trafiğine kapanmıştı. Birçok araç, yıkıntıların altında kalmıştı.

Foto: Kemal Ağbaht

Bu arada, ailenin diğer bireylerine ulaşmaya çalışıyordum. Fakat, telefon hatları çekmiyordu. Arada, kardeşim Hüseyin’in çok kısa süreli araması geldi. Kardeşim Selim’in ailesiyle birlikte evde mahsur kaldığını söylüyordu. Selim’e en yakın oturan aile üyesi olduğum için hemen oraya gitmek istedim. Fakat, 250 metre ötedeki eve gitmem bile sabahın o zifiri karanlığında 1 saati buldu, yollar enkazlardan dolayı kapanmıştı, açık olan yollar ise trafikten dolayı tıkanmıştı. Nihayet 05.30 gibi Selim’in evine yakın bir yere varıp çocukları arabada klima açık kalacak ve olası bina çökmelerinden etkilenmeyecek şekilde güvenli olarak bıraktım. Caddenin asfaltında derin bir yarık oluşmuş, Selimlerin evinin önündeki parkın yola bakan kısımda bulunan giriş duvarı çökmüştü, bu hayra alamet değildi. Telefonun feneriyle ve arabanın bagajında her zaman bulundurduğum şemsiye ile koşar adımlarla parktan geçip binaya vardığımda, binanın etrafındaki duvarın arabaya doğru devrildiğini gördüm. Üzerinden atlayıp bahçeye girdiğimde korkunç manzara ile karşılaştım. 3 katlı binanın 1. katı tamamen çökmüş, tüm odalar darmadağın olmuş bir harabe gibiydi. Üstelik, kardeşim Selim ve ailesinin (Meryem, Mehmet, Yusuf) üst katta mahsur kaldığını gördüm. Yüksek sesle seslendiğimde Selim ve Yusuf patlayan duvar aralığından seslendiler, iyi olduklarını, merdivenin yıkıldığını, bu nedenle inemediklerini, itfaiyeye haber vermemi söyleyince etrafı kol açan ettim. Üst kat da sağlam değildi ve artçı bir depremde çökme riski taşıyordu. Nitekim oradayken bir şiddetli artçı deprem daha oldu, her depremde bir şeyler daha dökülüyordu. Öbür taraf balkona bakıyordu, onları balkondan aşağı indirme şansımız olabilir miydi? En iyisi öncelikle bir merdiven bulmaktı. Zira, İtfaiye ve diğer acil durumlar için kimseden yardım alınabilecek bir durum yoktu. Koşar adım etrafa baktım, yandaki tripleksler tamamen yıkılmıştı. Canlarını kurtarıp kendini dışarı atabilen komşular, inşaat halindeki karşı binada ateş yakmış, ısınmaya çalışıyorlardı. Geçmiş olsun dileklerimi ilettikten sonra merdiven sordum. Kendi bahçelerini işaret edip ‘orada merdiven bulabilirsin’ dediler, ama nafile, çünkü, söyledikleri yerlerde yıkım vardı. Hem karanlık, hem enkaz çökmüştü. Biraz aradım, yıkıntıların arasından birkaç eşya kaldırdım, ama merdivene benzer bir şey yoktu. Komşulardan biri, ‘Boşver, yukarıda kalsınlar, dışarısı zaten yağmur ve soğuk, dışarı çıkıp ne yapacaklar, ben çocuğumu kaybettim’, diye cevap verdi. Baş sağlığı dileyip çare aramaya devam ettim. Nihayet, 2 km ötede oturan Hasan amcamı aradığımda şansıma telefon çaldı, çok kısa bir görüşme gerçekleştirebildim. Sümerler Mahallesi’nde aile apartmanında oturan babamlar, babaannem, her 2 amcam, kuzenler, yengeler ve herkesin sağ olduğunu öğrendikten sonra acil bir merdiven gerektiğini ilettim, amcam önce ‘nasıl getireceğiz, yollar kapalı’, dediyse de, durumun acil olduğunu vurguladım. Yaklaşık 40 dakika sonra hafif ticari araçlarıyla merdiven ile geldiklerinde, Hasan Amca, oğlu Yahya ve ben enkaz arasından zorlukla, düşe kalka, birkaç yerimizi inciterek ve biraz uğraştıktan sonra üst kattaki 4 kişi aşağı inip tahliye olabildi. Selim’in araba anahtarı enkaz altında kalmıştı. İçerisi tehlikeli idi, sık sık artçı sarsıntılar oluyordu. Yahya ile birlikte anahtarı bir süre aradıktan sonra, ‘iyisi mi, Odabaşı Mahallesi’ndeki işyerinden yedek anahtarı alıp gelelim’ dediler. Motosiklet ile yola çıktılar, fakat orası daha da büyük tehlike arz ediyordu. İşyerinin üzerindeki apartman yan yatmış, işyeri darmadağın olmuştu. İçeri girmek imkansızdı, anahtarı alamadan geri döndüler.

Dolunay bulutlardan dolayı aydınlatma işlevini yerine getirmiyordu. Artık tan ağarmak üzereydi, ancak sağanak yağmurdan dolayı yine karanlık hakimdi. Üstelik, deprem yılın en soğuk haftasına denk gelmişti. Hacettepe’den öğretim üyesi ve benden kıdemli bir ağabey telefonla aradı, iyi olup olmadığımı sordu. İlk ulaşabilen o oldu, sağ olsun desteğini iletti. Bu arada amcaoğlu Emin ve Yakup bana telefonda ulaşmaya çalışıyordu. Musa Enişte’nin Subaşı Mahallesi girişinde bulunan evlerinden, deprem sırasında dışarı çıkmaya çalışırken panikle düşüp ayağını ve belini kırdığını, çok şiddetli ağrıları olduğunu, hiçbir doktora ulaşamadıklarını, üniversite hastane acilinin de çok karışık (mahşer gibi) olduğunu ifade ettiler, bu konuda yardım talep ettiler. Maalesef çok olağanüstü bir durum olduğunu, hekim arkadaşlarımızın da enkazda kalmış olabileceğini, en yakın yer Adana’ya geçmenin daha sağlıklı olabileceğini mesajla iletebildim. Nispeten güvenli bir yerde arabada çocuklarla biraz zaman geçirdikten sonra, yakındaki Uğur Mumcu Meydanı’na geçtik, orada da arabalar kalabalık oluşturmuştu. Ortada bir panik hali söz konusu idi, zira etraftaki binaların önemli bir kısmı ciddi hasar görmüştü, içinde mahsur kalan çok sayıda insan vardı. 112 acile ulaşmak mümkün değildi. Ortada devleti temsil eden hiçbir görevli henüz yoktu. Fısıltı gazetesinde itfaiye binasının ve AFAD koordinasyon merkezinin bir kısmının çöktüğü belirtiliyordu. Ailenin diğer fertlerini merak ediyorduk, ancak telefonla ulaşmak mümkün değildi. Baldız Özlem ve bacanak Selahattin’in mesajları birkaç saat sonra ulaştı. İçimize biraz su serpilmişti, benzer şekilde baldız Nursel ve bacanak Necmi’den de mesajla hayatta olduklarını öğrenmiştik. Saatler sonra onların da 30-35 dakika kadar enkazda kaldıktan sonra kendi çabaları ile duvarı kırarak 6. kattaki evlerinden kendilerini dışarı atabildiklerini öğrendik. Kayınpeder, kayınvalide ile kayınbirader Hüseyin ve ailesi de hayatta idi. Arabanın benzini bitmek üzereydi. Eve yakın istasyonların hiç birinde benzin yoktu, yollar enkazlardan dolayı kapanmaya başlamıştı. Yolda giderken, bir Sağlık Bakanlığı amblemli kıyafet giyen bir genç otostop çekti, mesaiye gitmesi gerektiğini, ancak yol arabalarının çalışmadığını söyledi. Harbiye’den otostopla gelmişti. Arabaya aldıktan sonra, onun Meryem’in teyzesi oğlu olduğunu öğrendik. Biz de benzin alır almaz, onu gideceği yere kadar bırakabileceğimizi belirttik, ancak ne benzin bulabildik, ne de yollar kapalı olduğundan istediğimiz gibi yol alabildik. Gültepe Mahallesi’nden her gün bu saatlerde geçip Aristotales’i okula bırakır ve oradan hastaneye geçerdim. İlk defa böyle kötü bir duyguya kapılıyordum. Zira, burada yol birkaç yerde çökmüş, dere kenarındaki evler yıkılmış ve oradan trafik akışı tehlike arz eder duruma gelmişti. Çalışmakta olduğum hastaneye gitmeye niyetlendim, ancak 5-6 km mesafeyi gitmek saatler aldı. Bunun üzerine benzin bulamadan ve hastaneye ulaşamadan, dönüş yoluna geçtik, arabadaki genç indi ve başka bir araçla yolunu tamamlamaya koyuldu.

Geri dönüş yolunda babamlara doğru yol alırken, marketlerin ve diğer işyerlerinin camlarının kırılarak zorla girildiğini ve gerekli gereksiz her şeyin hunharca talan edildiğini gördük. Bütün bu manzaranın ortasında, 60 lı yaşlarda bir amcanın enkazın ortasına küçük bir masa koyup demlendiğini görünce ‘ilginç bir manzara’ diye içimden geçirdim. Ortada güvenlik diye bir durum yoktu, zira güvenlik kameraları da elektrik olmadığı için çalışmıyordu. Oradan Sümerler Mahallesi’ne saatler sonra geçebildik. Çünkü, birçok yerde yıkılan, devrilen apartmanlar nedeniyle yol geçişlerine izin vermiyordu, alternatif yollar da tıkanıyordu. Babamın kendisine hobi mekanı olarak hazırladığı, aile apartmanının bahçesinde bulunan demir-çelikten kulübe, çok değerli hale gelmişti. Tüm aile (babaannem, amcalar, yengeler, kuzenler, yeğenler ve bazı komşular) orada, ateş etrafında ısınıyor, sohbet ediyor, yüzyıl -hatta belki, binyılın- felaketinin ilk saatlerini birlikte geçirmeye çalışıyordu, ailemiz hayattaydı, böyle bir afette bu, bir mucizeydi. Babaannem, büyük oğlu Edip Amca için evhamlanmış, hastanede akıbetini merak ediyordu. Birkaç gündür kalp yetmezliği ve zatürre nedeniyle Hatay Bölge Hastanesi’nde yatarak tedavi görüyordu. Zira Antakya’da görev yapan tüm hastanelerin büyük zarar gördüğü, kimisinin tamamen çöktüğü, hastaların tahliye edilemediği bilgileri ağır aksak ulaşıyordu. Dün birlikte vakit geçirdiğimiz bir tanıdığımız ve değerli aile büyüğünün depremin ilk saatlerinde üzerine duvar düşmesi neticesinde hayatını kaybettiğini öğrendik.

Foto: Kemal Ağbaht

Bir süre orada kaldıktan sonra, kayınpeder ve kayınvalideleri görmek için Harbiye’ye doğru yola çıktık. Yolda giderken radyodan ikinci ve 7.6 şiddetinde bir depremin daha, saat 13.24’te gerçekleştiğini öğrendik. Bu ikinci büyük deprem, ilki ile hasar almış fakat yıkılmamış olan binaların yıkılmasına neden olacaktı. Kardeşim Selim’in tripleksi de bunlardan biriydi ve sabah sığındıkları yerin üstüne bu ikinci şiddetli depremin de etkisiyle su deposu düşmüş ve sağlam kalmış olan kolonlar da kırılmıştı. Bu kadar acı olayın içinde, erken tahliye olabilmeleri ile sağlıklı olarak hayatta kalabildiklerine sevindik. Harbiye’ye vardığımızda 45 yıllık binadan kayınvalide ve kayınpederin sağ çıkmış olduğunu canlı canlı görünce çok mutlu olduk, zira telefonla onlarla görüşememiştik. O saatte kayınpeder ayakta imiş ve bahçede gezinirken depremi hissetmiş, kayınvalideye seslenmiş, bahçe evi olduğu için hemen kendilerini dışarı atmışlar, ancak, evin önünde sarsıntının şiddetiyle 4-5 kez yere düşüp ayağa kalkmışlar, deprem yürümeye müsaade etmemiş. Onların evi hasarlanmıştı, fakat onların hemen komşu parseldeki kayın biraderlerin evleri daha yeniydi ve herhangi bir hasar yoktu, kayınpederin titizlikle yaptırdığı ev dimdik ayaktaydı. Bilimin, dürüstlüğün, doğa yasalarına saygı göstermenin ve hakkını teslim etmenin meyveleri bu depremde kendini göstermişti. Fakat, yine de bir korku vardı. Zira, artçı depremler şiddetli ve ürkütücü idi. Ayrıca, su, elektrik kesilmiş, temel ihtiyaçlar karşılanamaz hale gelmişti. İçme suyu bulmak imkansızdı. Su yokluğu nedeniyle anne, çocuklarını suyu az tüketmeleri konusunda tembihliyordu. Arabanın benzini iyice azalmıştı, fakat gaz kaçağı riskinden dolayı hiçbir benzin istasyonu yakıt veremiyordu, merkezden akaryakıt akışı durdurulmuştu. Bir umut yakıt bulabilirim diye Harbiye’deki benzin istasyonuna gidersem, hemen orada ikamet eden Süleyman ve Kerim amcalar ile yengelerimi ve kuzenleri de görebilecektim, çocukları ve eşimi kayınbiraderin evinin önünde bırakıp öyle yaptım. Harbiye’deki amcalar ve aileleri, çocuklar, torunlar herkes iyiydi, fakat Harbiye’deki her iki apartman da hasar gördüğünden herkes dışarıda idi. Edip Amca’nın da çok kısa bir süre önce taburcu olduğunu ve evde olduğunu da öğrendim. Öte yandan, yakıt yoktu, neyse ki ona geçici çözüm bulabilirdim. Benzin iyice azalınca kendi arabamı bizim evin yakınında güvenli bir yere park ettim, yerine Meryem’in arabasını alarak tekrar babamlara geçtik.

Akşam olunca, Sevgi Parkı’nın önünde diğer arabalar gibi park ederek geceyi orada geçirdik ve orada sabahladık. Gece boyunca sık sık artçı depremler arabayı sallıyor, yağmur, gök gürültüsü de eşlik edince çocuklar korkuyordu. Arada klimayı çalıştırıyor, arabanın içini ısıtmaya çalışıyordum.

Devamı gelecek sayıda.

Ehlen Dergisi’nde yayınlanmıştır. Yıl: 2024, Sayı: 3