Hepimizin Çarşısı

Burhan Tat

Ellerin Kâbesi var, benim kâbem insandır,
Kuran da kurtaran da insanoğlu insandır…

Ruhi Su                                                                                                            

Günün güzelliğini muştulayacak parlak gün, az sonra dirilerek mavi örtüsünü çarşının üzerine serecek. Tespih taneleri gibi yan yana dizili olan kepenkler değişik melodilerle açılacak. Dükkânların içi süpürülüp, paspaslar çekilecek.

Çarşının hemen girişinde topaç yapan Arap Kemal Dayı, makinasını çalıştırıp şimşirlere ilk çivileri çakacak. Köşe başındaki gözlüklü köşker, sabah namazından getirdiği hrise’sini, dikilmekte olan ayakkabısını bekleyen kasketli köylüyle kaşıklayacak. Az sonra uzun yıllardır sırt sırta vermiş işyerlerinin arasından hırsızlama dalmaya çalışan güneş, tezgâh üzerine dizili ayakkabıları parlatacak. Kendi küçük, emeği büyük, çarşının maskotu olan bacaksız, beş vakit namazlı ustasıyla, bitişikteki Hristiyan manifaturacıya sesi bozuk diafondan az şekerli kahveleri söylerken kendini de tarçınla ödüllendirecek. Tam o esnada memur tavuğu taze gevrekler, elden ele dolaştırılarak tavşankanı çaylar eşliğinde afiyetle yenilecek. Sonra iskemleler dükkân önlerine çıkarılacak, elde gazetelerin spor sayfaları, ilk hanekler yarıştırılacak. Derken, kırmızı yanaklı, güleç bir köylü, sırtladığı patlıcan çuvalını bir kartonun üzerine boşaltacak. Ayakkabıcı Mustafa Emmi fiyat soracak:

“Hamid Ağa, balcanı nenca veriyon?” (Patlıcanı kaç liraya veriyorsun?)
“Lkilo, on leyra.” (Kilosu on lira.)

Yahudi sarraf, Mustafa Emmi’ye göz kırpıp konuşmaya dalacak:

“Ktir bahalı.” (Çok pahalı.)
“Levallah mebahalı!” (Vallahi pahalı değil!)

Hamid Ağa çayını yudumlayana kadar içi patlıcan dolu olan çuval satılmış olacak.

Güneş biraz yükselip de gülümsediğinde ortalık hareketlenecek, değişik boylardaki ayaklar, su birikmesin diye arasına boydan boya ark açılmış olan çarşıda ora insanının konuştuğu dillerle selamlaşacak. O esnada dört kişilik çekirdek bir aile tanıdık bir iş yerine geçerek, bıyıkları yeni terleyip ergenliğe adım atmış çocuklarına bir numara büyük spor ayakkabı alacak. İki kadın, çaprazdaki satıcıyı illallah ettirerek, az topuklu ayakkabıyı ucuza kapatmanın keyfini yaşayacak. Affan tarafından çarşıya inen gözlüklü, yaşlı bir adamla beyaz tülbentli güleç yüzlü eşi, sarrafa girip üç ay önce almış olduğu bileziğin aylık borcunu ödeyerek “Söz senettir,” cümlesini hayata geçirmiş olacak.

Saatler öğleyi vurduğunda Abdurrahman Dayı caminin yolunu tutacak. Giderken gayrimüslim ve Alevi esnaflardaki müzik sesi kapanacak, ağızlarından “Allah kabul etsin,” cümlesi yankılanacak. Kara benizli bir çırak, kalıbın içindeki ayakkabıları, ustasından fırça yememek adına ağzından çıkardığı siren sesi ile çarşıda gezinenlerden yol isteyerek üst sokağa yetiştirmeye çalışacak.

Alzheimer hastası yaşlı bir amca çarşıya girer girmez ayak direyecek, iki arkadaşının hakka yürüdüklerini unutmuş olacak: “Bana karışmayın! Bıçakçı Naim’e gideceğim. Oradan da asker arkadaşım yorgancı Naif’e gidip çayımı içeceğim,” diyerek kısa süreliğine çarşıyı elli altıya verecek. O esnada imdada yetişen Alevi bir tuhafiyeci sandalye çekip dedeye bir ada çayı ikram ederek sakinleştirecek. Öğle üzeri dört ayrı kitaba mensup, dört esnaf, kasaba bir sini et söyleyecek. Çıraklar da nemalanacağından üstünde biber ve domates kaplı tepsi, büyük boy yaptırılacak.

Güneş tam tepeye dikilince çarşının gölgelikler karşılıklı gerilecek. Sefer tasları ortaya serilip öğle yemekleri iştahla yenilecek. Yemekten sonra kimi yaşlı esnaflar şekerleme yapmaya çekilecek. Öğleden sonra olunca çarşıya inen genç kızlar ortalığı kasıp kavuracak. Çarşı panayıra dönecek, daha bir canlanacak. Vatani görevini bitirmiş, az buçuk gurbet havası yalamış iki futbolsever kalfa, karşılıklı dükkânlardan maç havasına girecek.

“Bere Hösün, haftaya Antep’e gidok mu?”
“Ne yapıcık kirve?”
“Sept (cumartesi) günü Cimbom gelici. Benzini pölüşür, hemi de eyisinden baklava yirik!”

İkindi üzeri dükkânların önü maşrapalarla sulanacak. Çaylar demini alana kadar tavla faslı başlayacak. Siftah etmeyen esnafa adım atan ilk müşteri şanslı sayılacak, alacağı ayakkabıda indirim uygulanacak. Saat beş sularında bülbül gibi öten simitçi yine gözükecek. Midesine söz geçiremeyen kimi esnaf, simitçi Cevdet’e seslenecek:

“Ciğerim, kemmunla duzunu eyyi ayarla Allahisen!” (Kimyonla tuzunu iyi ayarla Allah’ını seversen!)

Çarşıyı iyi bilen birkaç delikanlının şakalaşmaları duyulacak. En fırıldağı “Ayakkabı,  öğleden sonra alınır, ayak yorulup şişmiş olur,” diyerek bilmişlik taslayacak, onlarla ilgilenen esnaftan göz ucuyla destek isteyecek. Biraz yukarıdaki şadırvanın önündeki çeşmede iki köylü mendillerini ıslatacak, enselerine sürüp serinleyecek. Yahudi manifaturacı on beş çeşit örtüyü yaşlı bir kadının önüne serecek de; gözlüklü, tıknaz, küt saçlı kadın hiç birini beğenmeyerek sakince yoluna devam edecek.

Az yukarıda uzun çarşı sizi buyur edecek. Bin bir türlü rayiha tüm müşterilere “Ortadoğu’nun mis gibi kokularına hoş geldiniz,” diyecek. Buram buram köy kokan kaliteli ve taze ürünlerin tadına bakılacak, alış verişe çıkanlar fiyat kırmaya çalışacak. Kur’an-ı Kerim okuyan yaşlı bir esnaf, çökeleğin tadını beğenmeyen müşterisini kitabı usulca yandaki sandalyeye bırakarak “Canın sağ olsun!” ile uğurlayacak.

İkindiye doğru, sabahın altısından beri jilet gibi elbisesiyle işyerini en erken açmış olan Musevi bir sarraf, sağ eli sol göğsünde, gördüğü her komşuya selam vererek evinin yolunu tutacak.

Ayakkabı almakta kararsız kalan boyacı üç gençten biri, arkadaşlarını beklerken bilinmeyen (!) bir dille ve en küçük puntolarla yanık bir türkü tutturacak. Hristiyan bir manifaturacı, akşam pazarını yapan acar damada bayağı bir indirim yapacak, soğuk meşrubat içirmeden de göndermeyecek.

Akşama doğru güneş, çarşının üzerinden elini eteğini çekecek, hava kararmaya başlayacak. Eldeki çıkınlarla alış verişten dönenler, çarşıyı yavaş yavaş boşaltacak. İşyerleri sahipleri “Bugünümüze şükür,” diyerek kasaları hesaplayacak, haftalıkları dağıtılacak.

İnceden akşam serinliği hissedilecek, kapı önlerinde sergilenen eşyalar demir çubuklar yardımıyla indirilip, içeriye istiflenecek. Kepenkler yine kendine has melodileriyle ortalığı çınlatacak. Az sonra yıldızlar semada cilveleşince, birkaç kedi çarşıda volta atacak. Son sesler kaybolduğu esnada gülümseyen ay, en güzel yakamozuyla Asi Nehri’ne ışıldak olacak.

Üç semavi din olan Musevi, Hristiyan ve Müslüman toplumlarının yanında Alevi kültürünün yıllardır içi içe yaşadığı kadim kentimiz Antakya’nın tarih kokan çarşısı yeniden ayağa kalkacak. Her dil, din ve her rengi ile Antakya gibi yine, yeni, yeniden var olacak…

Yarınlarımıza sözümüzdür. On yıllardır yaşadığımız şekilde, birbirimizi yok etmeden, ötekileştirmeden, hep beraber var olacağız…

(Ehlen Dergisi’nin 2. sayısında yayımlanmıştır.)