Osmanlı Devletinde Nusayri Algısı ve Bir Katliam Belgesi

Ufuk Şafak

Osmanlı Devletinin Arap Alevilere bakış açısını anlamak için, Osmanlı’nın Kızılbaş-Alevi-Bektaşi zümrelere karşı tutumunu da gözden geçirmek gerekmektedir. Osmanlı Devletin’in Alevi karşıtlığını iki döneme ayırmak mümkün. Osmanlı-Safevi çekişmesiyle şekillenen Alevi karşıtlığı dönem (II. Bayezid ve Sultan Selim Dönemleri) ve Sultan Selim sonrası İslam liderliği felsefesiyle oluşturulan ikinci dönem. Kızılbaş-Alevilikle ilgili ilk dini hüküm 16. yüzyılın başlarında II. Bayezid tarafından kaleme alınmıştır.  Ayrıca Osmanlı Müftüsü Hamza Saru Görez Kızılbaşların “Kafir” oldukları konusunda 1512’de fetva vermiştir. Edirne Kadılığı ve Kazaskerlik görevini yürüten Kemal Paşazade de benzer bir fetvayı 1523’te tekrarlamıştır.

Osmanlı ulemasının verdiği fetvalar, Osmanlı Devleti’nin Alevilere karşı uygulanan politikaları belirlememiş, aksine ulema devletin politikalarına uygun düşecek fetvalar vermeye teşvik edilmişti.

Nusayri tarihçi At-Tavil’e göre Sultan Selim, Halep müftüsünden Suriye bölgesinde yaşayan Şiîlere/Alevilere karşı savaşmak maksadıyla bir fetva istemiştir. Şeyh Nuh el-Hanefi el-Dımeşki tarafından verilen bu fetva yapılan zulmün ve katliamların kanıtı olmuştur.[1] Verilen fetvalarla, Alevi erkeklerin öldürülmesi kadın, çocuk ve mallarının ganimet olarak alınması meşrulaştırılmaya çalışılmıştır.

Osmanlı devletinin 2. Dönemde Alevilere karşı şiddetli baskıları 17. yüzyıl sonlarına kadar sürdü. Kapitülasyonlardan sonra bir nebze katliam politikası hafiflese de geçmişte yazılan fetvalar Alevilere karşı kullanıla gelmiştir. Devletin Arap Alevilere karşı tutumu Kızılbaş ve Bektaşi’lere karşı geliştirilen politikalardan farklı değildi.  Hatta Arap Alevilere karşı yürütülen katliam politikasının 1800’lerin başında uygulanmış olması ilgi çekicidir ki bu dönemde Kızılbaşlık-Bektaşilik gibi mezhep/inançlar devlet içinde yer bulurken Arap Aleviler sistematik olarak baskı altında tutulmuştur.

1517 yılında Suriye bölgesinin Osmanlı hâkimiyetine girmesiyle Arap Alevilerin statüsü Devlet içinde tartışma konusu olmuştur.

1548 Trablus Sancağı Kanunnamesinde

“Ve liva-i mezbûrede vaki’ olan kurâda Nusayri demekle meşhur bir tâife olub savm u salât bilmediklerinden gayrı şerâit-i İslâmiyyenin birin ri’ayet etmeyüb zikr olunan taifenin ba’zına Defter-i Atik’da dirhem’ür-rical deyü birer mikdâr mal ta’yîn olunub her sâle Defter mucibince alınur imiş. Ba ‘zına Defter’de ta’yin olunmamağla alınmaz imiş.

Haliya ahvalleri vuku’ı üzere pâye-i serir-i a’lâya arz olundukda cümlesinden alınması fermân olunmağın adet-i kadîmeleri üzere evlisinden on ikişer para ve mücerred olub müstakil kisb ü kâra kadir olandan altışar para dirhem’ür-rical alınmak üzere Defter-i Cedid’ e kayd olundu”[2] denilmekteydi.

 Nusayrilerin namaz ve oruç bilmedikleri, İslâm’ın şartlarını hiç birini yerine getirmediklerinden bahsedilmekte, eskiden bazılarından vergi alındığına değinilmektedir.  Paragraftan çıkacak sonuç; Nusayriler “Müslüman olmamalarına rağmen” Müslümanlar gibi vergilendirilmişlerdir. Ve en önemli sonuç:  Bu Kanunnameden önemli bir bilgi ediniyoruz. “Nusayriler” bütün din, inanç ve mezheplerden ayrı kılınarak bir çeşit kelle vergisi olan “dirhem’ür-rical” ödemekle yükümlü kılındılar.

 Vergi sistemi içinde karmaşık bir düzenlemeyle “Nusayri Sorunu”ndan çıkılmaya çalışıldığı görülmektedir. 

Osmanlı Devleti’nin “Nusayriler”i nasıl kategorize ettiğini anlamak için soru cevapla ilerlersek; Osmanlı Devlet algısında Nusayriler Müslüman mı? Evet, Osmanlı Devleti algısında Nusayriler Gayri Müslim mi? Evet, Osmanlı Devlet algısında Nusayriler Müslüman ve Gayri Müslimlerden ayrı bir gurup mu? Evet.

Osmanlı Pragmatizminin şekillendirmeye çalıştığı Nusayriler Devlet açısından heretik bir hareket ve Sünni İslâm için büyük bir tehditti.  Talhamy’e göre Nusayriler vergi ödemek yoluyla sadakatlerini Sultan’a gösterseler dahi halk katında Nusayrilerin “kafir” olduğu algısı değişmemiş, Nusayrilerle diğer cemaatler arasında çatışmalar devam etmiştir.[3]  Ayrıca Nusayriler yerelde, gayri Müslim tebaadan daha kötü bir ayrımcılığa uğramıştır.[4]

Sultan Selim döneminde yaşanan katliamlarla beraber Arap Aleviler kitleler halinde Nusayri Dağları ve Lübnan dağlarına sığınmışlardır. Böylece kendilerine güvenli bir liman bulmuşlar ve Osmanlı’ya ödemekle yükümlü oldukları vergilerden kaçınmaya çalışmışlardır.

Arap Alevilerin dağlara sığınmasını takiben Sultan Selim, Nusayrilerin bölgedeki çoğunluğunu kırmak için Anadolu ve Horasan bölgesinden getirilen Türkmen grupları Nusayrilerin yaşadığı bölgelere yerleştirmiştir. Başlangıçta bu plan işe yarasa da yaklaşık 50 yıl sonra Nusayriler bölgedeki güçlerini geri kazanmıştır.[5]

Arap Aleviler için yayınlanmış en ağır ve aşağılayıcı fetva 1820 yılında Lazkiye’de Yaşayan Şeyh Muhammed Nasır el-Din el-Muğribi tarafından kaleme alınmıştır.  Muğrabi Nusayrilerin köleleştirilmesinin mallarına ve kadınlarına el konulmasının dinen caiz olduğunu,“kafir” olan bu halkın “devlet düşmanı” olduğunu ilan ediyordu. Yaptığım araştırmalarda, bir fetvada Nusayri adının geçtiği ilk belge Muğribi’nin fetvasıdır. 1820’den 1928’e kadar Osmanlı devleti ve yerel güçler tarafından Arap Alevi bölgelerine yapılan seferlerde bu fetva etkili olmuş ve birçok katliam yaşanmıştır.

Makalemize konu olan katliam belgeleri Devletin tarafgirlik göstermesi açısından da dikkat çekicidir. Sahyun bölgesi halkıyla, Merkab, Beytüşşilif, Lazkiyetülarab bölgesi Alevileri arasında yaşanan anlaşmazlıklarda yerel otoriteler Sahyun bölgesi halkına her türlü desteği sunmuştur. Devletin burada Sahyun bölgesindeki tebaayı Arap Alevilere karşı kullandığı görülmektedir. Belgelerde Sahyun bölgesinin Arap Alevilere saldırmasından hiç bahsedilmiyor, Nusayrilerin saldırıları İstanbul’a rapor ediliyor, böylelikle Merkezi otoritede Arap Alevilerin sürekli “eşkıyalık” yaptıkları algısı yaratılıyordu.

2008 yılında Harbiye Karyer Mahallesinde 1905 doğumlu Mehmet Ezer’le yaptığım mülakatta konumuzla ilgili ilginç bir bilgi edinmiştim. Ezer 1915 yılında Harbiye’ye Sahyun bölgesinden gelen yüzlerce atlının saldırdığını ve Harbiye halkının kendini savunduğunu anlatmıştı. Suriye iç savaşında da Sahyun bölgesinden devşirilen “Sultan Selim Tugayları” gibi örgütlerin Alevi köylerine yapılan saldırılarda aktif rol oynaması, 200 yıldır süren bir politikanın yansıması olsa gerek.

Hicri 9 Ramazan 1231/Miladi 3 Ağustos 1816[6]Hicri 13 Zilkade 1231/Miladi 5 Ekim 1816[7],  Hicri 10 Zilkade 1239/M- 7 Temmuz 1824[8] tarihli 3 belgenin yazarı Sayda Valisi Süleyman Paşadır. Her üç belge de de yaptığı katliamları ayrıntılarıyla anlatmıştır.

3 Ağustos 1816 tarihli belgede, eşkıyalık yapan Nusayrilerin din düşmanı oldukları, ahaliyi sürekli rahatsız ettiklerinden bahseden Vali 38 Nusayri’nin kesilen başını İstanbul’a gönderdiğinden bahsetmektedir. Yaklaşık iki ay sonra Süleyman Paşa “tekrar isyan eden Nusayriler” üzerine gittiğini ve liderlerinden 11 kişinin başını keserek İstanbul’a gönderdiğini söyleyecektir.

7 Temmuz 1824 tarihli belgede ise Paşa, Beytüşşilif Nusayrilerinin bil-külliye itaatten çıktıklarını, vergi vermediklerini ve yaşadıkları bölgenin dağlık olmasından dolayı her türlü eşkıyalığı rahatça yaptıklarını anlatmıştır. Artık ana caddelere kadar yaklaşan eşkıyalar üzerine sefer düzenlediği bilgisini vermiş, Devletin şanı ve şerefi için on ikisinin kafalarını kestiğini gururla anlatmıştır.

Hicri 18 Zilkade 1241/Miladi 24 Haziran 1826[9] tarihli dördüncü belgemiz ise Trablusşam Beyler Beyi Ali Esat Paşa’ya ait. Esat Paşa Süleyman Paşa’dan daha büyük bir vahşete imza atmıştır. Ya da Süleyman paşa yaptığı katliamlarda Nusayrilerin başlarını kesmeden önce yapılanları anlatmamıştır. Canlı canlı kazığa oturttuğu Nusayrilerin azap içinde öldüklerini, ibret olsun diye Nusayri köylerinin geçtiği yollarda sergilendiğini söyleyen Esat Paşa, sadakatinin bir kanıtı olarak kestirdiği başları İstanbul’a gönderdiğini de gururla anlatmıştır.

Esat Paşanın anlatımından vahşetin belgesi:

HAT 508-24973 numaralı ve  Hicri 18 Zilkade 1241/Miladi 24 Haziran 1826 Tarihli Belgenin Transikripsiyonu

Trablusşam eyaletinde Lazkiyetülarab sancağında Beytüşşilif ahalisi nazırı olub, Hasan ve Bereket isminde iki kardeşin riyasetinde Sahyun mıntıkasına hücum ederek yağma eden sergerderlerin akrabasından on bir neferin idam edilip başlarının gönderildiği hakkında Trablusşam Beylerbeyisi Ali Esat Paşa’dan Sadatet’e tahrirat

Manzurum olmuşdur

Şerhde beyan olunduğu üzere gönderdiği rûus-u maktu’a nihade-i[10] cây-ı ibret[11] kılınub kendusine tâhsini havi tarafından iktizasına göre cevab yazılsın bu maddeyi bu defa Şam’dan gelen Tophane Nazırı Ahmed Efendi … muma-ileyhden sual idersen bakalım bir güne ma’lûmat-ı varmıdır bayanın olur idi.

Trablusşam Beylerbeyisi Âli-ül Ahmed Paşa kullarının varid olan kaimesidir gönderdiği rûs-u maktû’a pişgâh-ı bab-ı hümayunlarında ğaltide[12] (ya da ğalatında) hak-ı mezillet[13]?? kılınarak kendusine bu vechle te’min-i bilâd-ı irâhe-i abadı[14] hususlarına vaki’ olan sa’yı[15] ü gayreti dahline tahsin olduğunu mütezammin[16] iktizası vechiyle cevabnâme yazılması muvâffak-ı irade-i seniyye-i mülûkâneleri buyurulur ise emr ü ferman hazret-i menlehül emrindedir.

Devletlu inâyetlu atufetlu izafetlu veliün-niam kesir-ül ekrem efendim sultanım

İdaresi adet-i acizanem olan Trablusşam eyaletinde kâin Lazkiyetülarab sancağında vaki mukataadan Sahyun nâm mukataa ahâlilerinin bu def’a mübârek rikâb-ı kamer tâb-ı mülukâneye takdim itmiş oldukları arzuhalleri mealinde mukataa-i mezbureye karib ü civar olan Beytüşşilif nahiyesi ahalisi serkerderleri[17] olan sultan uşakları dimekle meşhur Hasan  ve karındaşı Bereket nam Nusayriler yine kendu Nusayri taifesinden yedi sekiz bin neferden mütecaviz eşkıya ile nahiye-i mezkûre  ve tevabi-i kurralarını basub muharebeye tasaddiben[18] üç yüz neferden mütecaviz ehl-i İslâm-ı katlederek cümle emvâl ve eşya ve hayvanatını gasb ü gârâd[19] ve cem’-i cevami ve mesacidi ve sair ebniyeyi[20] ihrâk-ı harâb etmiş olduklarından cümlesi terk ü evtân[21] iderek Şam ve Haleb taraflarına tefrik ü perişan olmuş olduklarının keyfiyet-i hakikâtı isti’lâm[22] ve alel-husul böyle evan-ı[23] ma’delet unvan-ı[24] şehânede sükkân-ı[25] memleket ve inha[26] aciz-i ehl ü fukaranın mazalim ü itakdan[27] ve katilleriyle her herhalde iraha-i[28] abad[29] esbâb ü vesaitin istihsali[30] matlub-ı ali idüğünü ifade-i efhâm zımnında bu def’a şeref-sünuh[31] olanmbir kat’ emirname-i samîi mantûkı[32] ma’lum-ı çakeranem olub iş bu Sahyun Nahiyesi ahâlilerinin fil-hakika kurb-ı civarlarında olan Beytüşşilif nam mukataa Nusayrileriyle baz’ emlak ve arazi ihtilâtından[33] dolayı beynlerinde mütenafi[34] saikleri var ise de bittahsis[35]  adüvv-üd din[36] ve adüvv Allah olduklarından câbecâ[37] Sahyun üzerine tasaddileri[38] vaki’ oldukça eyâlet-i mezkûre mutasarrıfları taraflarından asakir göndererek def’ ittiler ve Nusayri mersumları[39] dahi katl ve tecrim edilerek nahiyye-i mezkuru siyânet[40] ve vikâye[41] ittirilmiş? eslaf-ı çaker-i yeniçeri ağalığından mûhreç mirmirandan müteveffâ Mehmed Paşa zamanında mersum Nusayriler yine Sahyun üzerine hücum etmişler ve evelkiden ziyade ğalebelikle gelmişler ve muharebeye mübaşerât[42] etmiş olduklarını ahali-i merkum ba-arîz[43] defe’âtiyle müteveffâya ifâde ve istirhâm itmişler ise de havâle-i sâmi (ya da havâle-i sem’)  ü itibâr itmeyub iğmâd-ı ‘ayn[44] etmiş olmağla Nuayriler hâset ü vakt ve saat bilerek üzerlerine iktihâmbirle[45] arzuhâllerinde zikr olunduğu üzere yakup yıkıb ve çok ehl-i Islâmı idâm etmişler olmakdan naşî ahâli-i merkum terk-i evtan iderek baz’ Şam ve Haleb caniblerine müteferrik ü perişân olmuşlar ve müteveffa Mehmet Paşadan sonra gelen mutasarrıfın kirâmı dahi ehl-i merkûmu etrâf ü enhâdan cümle mahâllelerine ik’âd[46] ve Nusayri tâifesinden ahz ü intikâma muvaffâk olamayarak halli üzerine kalmıştı saye-i veliün-niâmilerinde rütbe-i mirmiraniye nâil olarak eyalet-i mezkur uhde-i acizaneme tevcih ve ihsân-ı hümayun buyurulduğu hengâm-ı[47] minnet-i encamda[48] … husus u mezbur her ne kadar evvelden mesmu’ u çekeranem ise de geçen sene-i mübarekde Lazkiye’ye varıldıkta keyfiyet-i erbab-ı vukufdan etrafiyle tahkik olunarak ehl-i merkum yerli yerinden Lazkiye’ye cem’ edup mersum Nusayrilere dahi ordu çıkarub hayliden hayli? muhârebe ü mukâtele olunarak rûesa-yı eşkıyadan yirmi-otuzdan mütecaviz eşkiya katl ve idâm ve baz’ bûyutlarını[49] dahi tahrib ü ehrâm[50] iderek bir parça ahz ü intikâmbirle terkib-i cezalarına gayret ve ikdâm olunmuş ise de cerde[51] vakti takarrub ettiğinden eşkıya serkerdesi olan Hasan ile Bereket nâm şakilerin ahz u giriftine[52] ve nahiyye-i mezkurun imârına mûvaffak olunmayarak cerdeye azimet olunmuş idi. Bu sene-i mübarekede dahi  Lazkiye’ye vardıkta yine kemâ fi’s-sabık[53] mersumlar üzerine asker çekilerek hüsn i teveccüh cenab-ı pâdişahi ve yümn-i[54] nâzırı hazret-i sadaret penâhi bereketiyle serkerde-i merkumların amuca zadeleri olan behlüliye mukaddemi (ileri gelenleri anlamında olabilir) ile karındaşını on bir nefer-i akraba-i taallukatıyle ahz u girift edup ibretüs-sayırin??? hayye hayye[55] Nusayri yolları üzerlerine kazuklanılarak azab-ı şedit[56] ile öldürülmüş ve badei ruus-ı küffaraları kat’ ettirilmiş ve nahiyye-i mezkûre dahi vaktin vu’satı kalmadığından bu senelik mehmâ[57] imkân tamir olunarak ehl-i merkum vatanlarına ircâ ü ikad[58] ve liecli’l ihtiyât[59] mâiyetlerine ulufelu sekbân[60] olarak kendu asakirimizden bir yüz-yüz elli nefer sekbân dahi ta’yin-i memur kılınmış olmağla nice??? müste’ân[61] cerde avdetinde ahali-i merkumdan nehb ü gârâd[62] evzan-ı eşya ve emvâller dahi mersumlardan ahz ü tahsil ve eshâbına tediye ve teslim birle çift çubuk[63] müsüllü tuhm-ı ziraât gün (türlü ziraat ürünleri anlamında) taraf çekerinden dahi lazım gelen muavenet ve muzâhirin[64] mübaderetle[65] canib-i senaü’l-cevanib (övgü tarafının tarafı) hazret-i şehinşahi ve taraf-ı bahir[66] ül şerif-i veliül niamca cümleden isticlab-ı[67] davet-i hayriye ve istihsâl-i[68] nacat-ı[69] beheriyye[70] müsareat[71] ve müsâberet[72] olunacağı inhâsı ve vaktiyle sergerde merkumlar dahi dest aver[73] olunarak cezaları tertip olunmakta kusur olunmaz ise de ‘amzadeler (amcazadeleri) olan behlüliye mukaddemi ile karındaşının ve on bir nefer akraba-i taallukatın ruus-ı maktu’aları tatar çakeri (Tatar at arabası) yeddiyle min gayr-ı münasebe takdim olunmuş idüki ifadesi vesile-i arz-ı ubudiyetim olunmuşdur. İnşaallah ta’alaları işrafü’l-usul keyfiyet muhattalım (malum anlamında) veliü’l-niamları buyuruldukda ol banda ve herhalde emr ü kerim cenab-ı … efendim hazretlerinindir.

18 Şevval 1241 (24 Haziran 1826)

Belgenin Özeti

            İdarem altındaki Lazkiyetülarab Sancağı’na bağlı Sahyun bölgesi Halkı bir dilekçe vermiştir. Bu dilekçeye göre; Sahyun bölgesine yakın Beytüşşilif bölgesindeki Sultan Uşakları adiyla bilinen aşirete mensup Hasan ve kardeşi Bereket liderliğinde 7-8 bin eşkiya Sahyun köylerini basmıştır.  Yaşanan çatışmada 300’den fazla Müslüman ölmüştür. Halkın mallarını hayvanlarını gasp eden eşkıyalar cami, mescid ve bazı binaları yakıp yıkmışlardır.

            Sahyun bölgesinden bazı kişiler bölgeyi terk ederek Şam ve Halep’e yerleşmiştir. Sahyun halkının taleplerine, benim gibi adaleti ilke edinen biri sesiz kalamazdı. Sizin yüce talebiniz (emirnameniz de) de elime geçti.

            Sahyun ve Beytüşşilif ahalisi arasında emlak ve arazi anlaşmazlığından dolayı bir mücadele var ise de, özellikle Nusayrilerin Sahyun halkına saldırmaları, onların (Nusayrilerin) din ve Allah düşmanı olmalarından dolayıdır. Daha önce, saldırıya geçtiklerinde mutasarrıflar tarafından asker gönderilmiş ve Nusayrilerin çoğu katledilerek defedilmişlerdi.

            Eski Yeniçeri Ağalarından Rahmetli Mehmet Paşa zamanında Nusayriler yine Sahyun bölgesine saldırmışlardı. Daha öncekilerden daha büyük bir kuvvetle bölgeye gelen Nusayriler Mehmet Paşaya verdikleri sözlere rağmen yakıp yıkıp Müslümanları öldürmüşlerdi. Bölge halkından bazıları Şam ve Halep’e gitmek zorunda kalmışlardı.

            Mehmet Paşa’dan sonra gelen mutasarrıfların ikramlarına rağmen Nusayriler isyana devam etmişler ve kimse intikam alamamıştı.

            Benim üzerime kalan bu konuya nail oldum. Bana verilen görevi yerine getirerek minnetimi yerine getirmek istedim. Geçen sene Lazkiye’ye vardığımda, etraftaki unsurlardan bir ordu çıkarıp Nusayrilerle savaştım. Yaklaşık otuz eşkıyayı katl ve idam ettim. Bazılarının evlerini tahrip edip kullanılmaz hale getirdim. İntikamla cezalarını verdikten sonra Cerde[74] vakti yaklaştığından Hasan ve Bereket adlı eşkıyaları yakalayamadan geri döndüm.

            Bu sene Lazkiye’ye giderek daha önce yaptığım gibi Nusayriler üzerine asker çıkardım. Padişâhımızın teveccühü ve bereketiyle hareket ederek eşkıyaların amcazadeleri Behlüliye ileri gelenlerinden on birini akrabalarıyla beraber ele geçirerek ibret için diri diri ve acılar çektirerek Nusayri yolları üzerine kazıklara oturttum. Azaplar içinde işkenceyle öldüler. Öldükten sonra kafalarını kestirdim. Sahyun ahalisi yerlerine döndü. Tedbir olarak askerlerimizden yüz-yüz elli kadar Sekbanı buraya tayin ettim. Ahaliden alınan malları gaspçılardan tahsil edip Sahyun halkına geri verdim. Tarım aletleri, ekin için tohum ve lazım gelen her türlü yardımı hazır ettim. 

Eşkiyaların cezaları tertip olunarak, kesilen kafalar tatar çakeriyye (tatar arabası) ile İstanbul’a gönderildi. Emir ve ferman yüce padişahımızındır.

18 Zilkade 1241 (2 Haziran 1826)

Trablusşam Beylerbeyisi Ali Esat Paşa

Kaynaklar:

ÇAPAR, Ali (2020). Mezhepçilik, Pragmatizm ve Müzakere: 16 İle 19. Yüzyılarda Osmanlı-Nusayri İlişkileri ve Nusayrilerin Değişen Statüleri”  Alevilik-Bektaşilik Araştırmaları Dergisi, Sf: 111-148

GÖKPINAR, Ali Zeynel. (2013) “Nusayriler, İslamlaştırma Politikası ve Türklük Mefhumu”, Alevilik-Bektaşilik Araştırmaları Dergisi, 2013, sayı: 8, s. 39-66.

TALHAMY, Yvette (2008). “The Nusayri Leader İsmail Kahyr Bey and the Ottomans (1854-1858)”, Middle Eastern Studies, 44 (6), 895-908)

Belgeler

– 955/1548 Tarihli Trablus Sancağı Kanunnamesi, TK, Kuyud-ı Kadime Arşivi, TTD. No: 203.

– BOA, HAT, 496-24372 – Hicri 9 Ramazan 1231/Miladi 3 Ağustos 1816.

– BOA, HAT, 495-24295 –  Hicri, 13 Zilkade 1231/ Miladi 5 Ekim 1816.

– BOA, HAT, 499-24468 –  Hicri 10 Zilkade 1239/Miladi 7 Temmuz 1824.

– BOA, HAT, 508-24973 – Hicri 18 Zilkade 1241/Miladi 24 Haziran 1826

BOA, HAT, 508-24973

Hicri 18 Zilkade 1241/Miladi 24 Haziran 1826

Trablusşam Beylerbeyisi Ali Esat Paşa’nın İstanbul’a gönderdiği hat.


[1] ÇAPAR, 2020, s. 113

[2] 955/1548 Tarihli Trablus Sancağı Kanunnamesi, TK, Kuyud-ı Kadime Arşivi, TTD. No: 203.

[3] TALHAMY 2008, s. 895.

[4] GÖKPINAR, 2013, s. 42.

[5] ÇAPAR, 2020, s. 114

[6] BOA, HAT, 496-24372 – Hicri 9 Ramazan 1231/Miladi 3 Ağustos 1816

[7] BOA, HAT, 495-24295 –  Hicri, 13 Zilkade 1231/ Miladi 5 Ekim 1816

[8] BOA, HAT, 499-24468 –  Hicri 10 Zilkade 1239/Miladi 7 Temmuz 1824

[9] BOA, HAT, 508-24973 – Hicri 18 Zilkade 1241/Miladi 24 Haziran 1826

[10] nihâde: konmuş, vaz’ olunmuş olan, vaz’ eylemiş olan.

[11] Cay-ı İbret: ibret edilecek nokta, ibret verici.

[12] ğaltide: yuvarlanmış

[13] mezille: ayak kayacak yer

[14] beldelerin rahatlığı, iyi zamanları, bayındırlığı.

[15] sa’y: çalışma, çabalama

[16] havi, içine alan

[17] Serkerde: Baş, reis. Bir taîfenin önünde bulunan. Eşkiya.

[18] tasaddi: teşebbüs.

[19] gasb ü gârâd: Gasp ve çapulculuk

[20] ebniye: bina.

[21] evtan: Vatan

[22] isti’lâm: Talep, malumat. İstenen Resmi yazı, cavab.

[23] Evan: Vakit, zaman.

[24] Ma’delet Unvan: Adaletli, Adaleti ilke edinmiş.

[25] Sükkan: Sakinler.

[26] inha: taraflar, cenablar

[27] i’tak: azad etme,

[28] İraha: rahat, rahat ettirme.

[29] abad (ibad): Kullar

[30] istihsal: Hasıl etme, hazır etme, elde etme.

[31] Şerefsünûh: padişah emri, şerefle bildirilen.

[32] Mantûk: Söylenmiş, dinlenmiş, söz, kelam, mefhum.

[33] İhtilât: Karışma, karıştırmak

[34] Mütenafî: Birbirine zıt ve muhalif olan.

[35] Bittahsis: hususi olarak

[36] Adüvv-üd din: Din düşmanı.

[37] Câbecâ: Ara sıra, yer yer.

[38] Tasaddileri: Teşebbüsleri.

[39] Mersum: Adı geçen, mezkur.

[40] Siyanet: Koruma, hıfz, himaye.

[41] Vikâye: Muhafaza, sahip çıkma

[42] Mûbaşerat: Başlama, girişme.

[43] Ba-arîz: Ayrıntılarıyla, teferruatla.

[44] Iğmad-ı ‘ayn: Göz yumma.

[45] İktihâm: Saldırma, hücum etme.

[46] İk’âd: Oturma, bir yere oturmaya sevk etme.

[47] Hengâm: Zaman, vakit. Hengâm-ı minnet: Minnet zamanı.

[48] Encam: İşin sonu, son.

[49] Bûyut: Evler.

[50] Ehram: Haram. Haram kılmak.

[51] 4 Cerde: Hacca gidenleri korumakla görevli askeri birlik. Cerde vaktinden kast edilen cerde süvarilerinin göreve hazırlanmasıdır.

[52] Ahz ü girift: Ele geçirme.

[53] Kemâ fi’s-sabık: Aynen eskisi gibi.

[54] Yümn: Bereket, uğur, sadet, nasip

[55] Hayyen: Diri, canlı.

[56] Azab-ı Şedit: Acı çekerek.

[57] Mehmâ: Olduğu kadar. Mümkün olduğu kadar.

[58] irca’ ü ikad: dönerek oturma.

[59] Ecli ihtiyât: İhtiyât sebebiyle, nedeniyle.

[60] Ulufelu Sekban: Aylıklı asker.

[61] Müste’ân: Kendisinden yardım istenilen.

[62] Nehb ü gârâd : Çapulculuk, yağma.

[63] Çift çubuk: Tarım aletleri.

[64] Muzâhir: Birinin arkasını tutan, yardım eden.

[65] Mübaderet: Bir şeyi icraya sürat, gayret ile başlamak.

[66] Bahir: Parlak, açık.

[67] İsticlab: Çekmek, çekilmek, celb etmek.

[68] İstihsâl: Hasıl etme, husule getirme.

[69] Necât: Kurtulma, hâlâs.

[70] Beher: Her birine??

[71] Müsareat: sürat, acele.

[72] Müsâberet: devamlı iştiğal, ikdâm, müdavemet

[73] Dest aver: Zorla, hile ile

[74] Cerde: Hacca gidenleri korumakla görevli askeri birlik. Cerde vaktinden kast edilen cerde süvarilerinin göreve hazırlanmasıdır.

(Ehlen Dergisi’nin 5. sayısında yayımlanmıştır, Eylül 2024, Yıl:2 Sayı:5)