Milleyha

Bu Dünya Sadece Bizim Değil ki!

İsmail Zubari

Toplum arasında genel genel kanı, dünyada var olan her şeyin insan için yaratıldığı yönündedir. Bu yanlış düşünce nedeniyle bazıları sahip olduğumuz doğal oluşumları bozmaktan hatta yok etmekten çekinmiyor. Şahsi veya küçük bir zümrenin geçici menfaati için gelecek nesillerin ruhsal ve sosyal yapıları göz ardı ediliyor, tahribata uğratılıyor. Bu yazımda son yıllarda sık sık gündeme gelen ama benim ilk gençlik yıllarımda önemli bir yer tutan doğal bir oluşumdan bahsedeceğim. Milleyḥa’yı anlatmak istiyorum.

Milleyḥa’nın (مِلَّيْحة) yerel Arapçamızdaki anlamı tuzlu alan veya tuzla. Samandağ’ın (Sweydî’nin) dibindeki Kuş Cenneti. Yarı bataklık sulak alan. Bir Lagün. Samandağ stadyumu ile Asi Nehri arasında yaklaşık 3 km boyunca uzanan ve genişliği, sahili sayarsak, 600-700 metre civarında; sazlık, bataklık ve kendine has özellikleri olan bir doğa parçası. Lagünler veya diğer adıyla Deniz Kulağı denilen oluşumlar sığ denizlerin zamanla kapanıp bir gölet veya bataklık halini alması olayıdır. İnsan hayatı için uzun ama doğal döngüler için oldukça kısa bir zaman diliminde oluşan bu alanlar eşsiz bir zenginlik kaynağıdır. Kendilerine has bir ekolojik yaşam alanı oluştururlar. Yazımıza konu olan Milleyḥa zaman içerisinde Asi Nehri’nin getirdiği kum ve alüvyonların deniz dalgalarıyla birikmesi sonucu alanın önü kesilip denizle bağlantısının kesilmesiyle oluşmuştur. Bu oluşumun en çarpıcı yanı kendi lokal alanında yüzlerce çeşit bitkiye ve hayvana ev sahipliği yapmasıdır. Aslında denizle bağlantısı tam kesilmemiştir. Denizin kabardığı dönemlerde kumsal alandan sızan tuzlu suyun veya fırtınalı havalarda deniz dalgalarının ulaştığı canlı bir alandır. Nitekim çocukluğumuzda -70’li yıllar- gidip tuz toplardık. Fırtınalı havalarda deniz taşar, sonbaharda kururdu. Akdeniz’in tuzlu suyu kuruyunca yüzeyi tuz tabakasıyla kaplanırdı. İnsanlar evlerinde kullanacakları tuz ihtiyacını buradan karşılarlardı. Benim açımdan oraya ulaşmak kolaydı. Tarlalarımıza yakın bir yerdeydi. Bir kilometreden daha az uzaklıktaydı. 10-15 dakikalık yürüyüşten sonra varırdık. Ancak zaten tüm Samandağ’ı düşündüğümüzde bile hemen şehrin dibi diyebileceğimiz bir konumdaydı. Bu tür alanlar ehliyetsiz yöneticilerin, doğa bilgisinden, bilimden ve bilgiden nasibini almamış kişilerin yönetiminde olursa tahrip edilmesi kaçınılmaz. Önce Milleyḥa’dan Asi Nehri’ne kadar olan kumsal alan devletin Özel İdaresi tarafından kum ocağı olarak işletilmek üzere ihaleye çıkarıldı. 1960 yılından 1990 yılına kadar her gün yüzlerce kamyon kum inşaatlarda kullanılmak üzere taşındı. Zamanında 400 metreyi aşan kumsalın genişliği daralınca fırtınalı havalarda deniz suyu taşıp tarlaları basmaya başlar. Bu durum şikayetlere neden olunca bu sefer söz konusu alanın önüne dozerlerle bir set oluşturuldu. Bu seddin inşa edilmesiyle Milleyḥa ile denizin bağlantısı tamamen koptu. Ancak doğa kolay kolay teslim olmaz. Günümüze kadar sulak alan görevini sürdürmektedir. Hemen yanı başında yine yetmişli yıllarda açılan drenaj kanallarından taşan sular ve içinde yaşayan küçük balıklar vesilesiyle Türkiye’de en çok kuş türünü barındıran alanlardan biri olma özelliğini korumaktadır. Ortası sulak alan olan Milleyḥa’nın çevresi sazlıklarla kaplıdır. Bu nedenle irili ufaklı 300’den fazla kuş türünün barınma, dinlenme ve üreme alanı olmayı sürdürmektedir. Bu zengin çeşitliliğin sebebi göçmen kuşların varlığıdır.  Önemli bir kuş göç yolu üzerinde bulunan ilçemiz Afrika’dan Asya’ya, Avrupa’dan Sibirya’ya kadar göç eden kuşların kavşak noktasında bulunmaktadır. 

Foto: İsmail Zubari

1990 yılında Avrupa Birliği müktesebatı çerçevesinde kıyı kanunu yeniden tanımlanarak yasalar uyarınca her türlü faaliyet yasaklanınca kumsal alanın tahribatı kısmen durmuş oldu. Bu sefer her türlü organik ve inorganik atık bölgeye dökülmeye başlandı. Alan adeta bir çöplük gibi kullanılmaya başlandı. Bununla birlikte kuş bolluğu nedeniyle her türlü vahşi avcılık yapılmaktaydı. Milleyḥa’nın kaderi son zamanlarda iyiye doğru değişmeye başladı. Bölgeyi bilen kuş gözlemcileri ve botanikçilerin çalışmaları sayesinde sürekli gündemde kalan bölge 2022 yılında Sulak Alan statüsüne alınarak her türlü avcılık ve fiziki müdahale yasaklanmıştır. Her ne kadar denetim yetersizliği nedeniyle arada bir hala çöp ve moloz dökümü yapılsa da bu tür faaliyetler oldukça azalmış durumdadır. Bölge 1960’lı yılların sonunda, zamanın belediye yönetimi tarafından satılıp şahsi tapulu mal haline getirilmiş ancak yerin bataklık ve tuzlu alan özelliği sayesinde herhangi bir faaliyet yapılamamıştır. 2000’li yılların başında ise belediyenin bölgede ihdas ettiği yol sebebiyle bölge neredeyse ikiye bölünmüştür. Bölgeyi korumakla yükümlü bir kuruluşun bu yaptığına akıl sır erdirmek mümkün değil. Her şeye rağmen önemli bir alan hala özelliğini korumaktadır. Sulak Alan ilanı ile kullanım hakları yasalar çerçevesinde sınırlandırılmıştır.

Tabi Milleyḥa denince aklımıza ilk önce kuşlar gelse bile yapılan bilimsel çalışmalarda yüzlerce bitki çeşidi ve değişik canlıların varlığı kayıt altına alınmıştır. Dr. Samim Kayıkçı, Dr. Ali Atahan, Orhan Gül, Mehmet Atahan ve Mehmet Gül tarafından 2014 yılı içinde söz konusu alanda çalışmalar yürütülmüş, sonuçlar “Milleyha Sulak Alanının Biyoçeşitliliği ve Güncel Durumu Raporu” adı altında Temmuz 2014 yılında yayınlanmıştır. Raporda şu ifadeler yer almıştır. “Alan çok zengin bir biyoçeşitliliğe sahiptir. Yapılan çalışmalarda alanda 231 bitki türünün yayılış gösterdiği belirlenmiştir. Kuş türleri açısından zengin olan alanda 52 familyaya ait 219 kuş türü saptanmıştır. Bölgede gerçekleştirilen gözlem ve çalışmalarda 6 familyaya ait 24 kelebek türü saptanmıştır. Yapılan çalışmalar sonrasında 6 memeli, 12 Sürüngen, 3 Kurbağa türü gözlenmiştir. Daha sonra yapılacak araştırmalarda bu sayıların artacağı düşünülmektedir” (s. 7) Nitekim kuş gözlemcilerinin çalışmaları sonucunda Türkiye’de ilk defa gözlemlenen yeni kuş çeşitleriyle birlikte günümüzde kuş türü sayısı 300’ü aşmıştır. Burada özellikle Subaşı Kuş Gözlem Topluluğundan Dr. Ali Atahan ve Kuş Gözlemcisi Emin Yoğurtçuoğlu’nu anmadan geçemeyeceğim. Onların çabaları olmasaydı belki bugün Milleyḥa diye bir alan kalmayacaktı. 

Samandağlı birçok insan denizi, kumsalı, kumul çiçekleri, çorak alanlarda yetişen bitkileri, orada sığınan enva-i çeşit kuşu bu alanda tanıdı. Hatta birçoğumuz denizde yüzmeyi bu sayede öğrendik. Büyüklerimiz, özellikle annelerimiz “sakın denize girmeyin, ʕAbd il-baḥir sizi çeker öldürür”, derlerdi. Biz bu deniz canavarından belli etmesek de çok korkardık. Bütün uyarılara rağmen o tılsımlı güç bizi kendine çekerdi. Sonradan bunun antik dönemde Deniz Tanrısı Poseidon olduğunu öğrendim. Adı değişmiş ama kendisi orada duruyordu. Çocuk aklımla onun denizde pusuya yatmış bir canavar olduğunu hayal ederdim. Bu arada zaman zaman bazı insanların denizde boğulduklarını duyuyorduk. Bizim deniz hırçındı. Yazları esen batı rüzgârı şiddetlenince dalgalar Rip akıntısı oluşturup insanları içine çekerdi. Büyüklerimizin endişesi bu yüzdendi. Ancak tanımlayamadıkları bu olayı gizemli bir deniz canavarıyla açıklamaya çalışmışlardı.

Milleyḥa içimde hep bir sızı olarak kaldı. Bu yüzden özellikle kış ve ilkbahar aylarında fırsat buldukça oraya giderim. Kuşları, bitkileri seyreder fotoğraflarını çekerim. Kurak geçen yıllarda sonbaharda kurusa bile artık tuz tabakası oluşmuyor ne yazık ki. Çünkü denizle arasına inşa edilen kum seddi deniz suyunun direkt ulaşmasını engelliyor. Sadece yağmur sularıyla ve tahliye kanallarından artan suyla gölleniyor orası. Keşke denizle arasına inşa edilen kum seddinin bir yerinde küçük bir kanal açıp yine fırtınalı havalarda deniz suyu ile dolsa. Kuşlar orada rahatça beslense, ürese; insanlar çöplerini, molozlarını oraya atmaktan vaz geçse… Hiçbir şey için çok geç değil. İstersek yapabiliriz.

Ehlen Dergisi’nde yayınlanmıştır. Yıl: 2024, Sayı: 3