Av. Sena AKPARLAK
09.11.2023 tarihli Resmî Gazetede Afet Kanununda halihazırda var olan rezerv alanı kavramına değişiklik getiren bir düzenleme ile Hatay ili sınırları içerisinde sınırları net çizilmeyen bir dizi idari işlem sonucu 50.000 kişi mülksüzleşme tehlikesi ile karşı karşıya kaldı. Rezerv alanı, Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki kanunda “… kanun uyarınca gerçekleştirilecek uygulamalarda yeni yerleşim yeri olarak kullanılmak üzere TOKİ veya İdarenin talebi ile veya resen Bakanlıkça belirlenen alan…” şeklinde tanımlanmıştır. Bu düzenlemedeki yenilik rezerv alanının artık yerleşim yeri dışında bir yerden seçilmesi şartının bu yasa kapsamında aranmayacak olduğudur; idare yerleşim yeri olsa da bir yeri afet riski taşıdığı gerekçesi ile rezerv alanı ilan ederek bölgedeki yapıların boşaltılmasını emredebilecektir.
Mevzuat doğrultusunda Antakya ve Defne sınırları içerisinde Akdeniz Mahallesi, Armutlu Mahallesi, Elektrik Mahallesi, Cebrail Mahallesi, Akevler Mahallesi, Gazi Mahallesi, General Şükrü Kanatlı Mahallesi ve Cumhuriyet Mahallesini de kapsayan 8 Mahallelik alan rezerv alanı ilan edilmiş ve hak sahiplerine bir sms mesajı ile bilgilendirme yapılmaya başlanmıştır. Ortada bir imar planı olmadan Antakya ve Defne’yi kapsayan 207 hektarlık alan ‘yeni bir kent oluşturulacak’ şeklindeki belirsiz açıklamalarla maliklerin korkuları eşliğinde dönüşüme uğrayacaktır. Kendisine hangi gerekçe ile rezerv alanında kaldığı bildirilmeden kişilerin taşınmazlarına bir bildiri ile el konulabilecek ve yine idarece belirlenen değer kadar bir hak sahipliği söz konusu olacaktır. Ayrıca, hak sahibinin bu işleme karşı yargı yoluna gitmesi durumunda ilk derece mahkemesinin yürütmeyi durdurma talebini reddetmesi halinde bu karara karşı bir itiraz hakkı da olmayacaktır. Bu şekilde bir yapılaşma sürecinin sonucunda, kişilerin kendi toprağının akıbeti ve orada bundan sonra kimlerin yaşayacağı hakkında pek bir kontrolü de kalmayacaktır zira idarenin aldığı karar sonrasında rezerv alanı ilan edilen bölgede el konulan taşınmazda yapılacak yapının bedelini, hak sahibinin karşılayamama riski her zaman vardır. Örnek olarak el konulan yapısına 500.000 TL gibi bir bedel belirlenen vatandaş, yeni yapının 1.500.000 TL olması ve aradaki farkı ödeme gücünün olmaması halinde yalnızca 500.000 TL kendisine ödenmek suretiyle toprağından uzaklaştırılacaktır. Bu durum da diğer kentsel dönüşüm politikalarında da görülen mahallelerin demografik yapısının değişmesi ve bazı sınıfların kent hakkının yok sayılması tehlikesinin ortaya çıkacağının habercisidir. Bu şekilde mağdur olan kişilerin davalarına avukat desteği ise yine Hatay Barosu tarafından sağlanabilmektedir.
Sosyal devlet anlayışı gereğince zaten mutlak bir hak olmayan mülkiyet hakkı çift yönlüdür. Yani bu hak kişiye hem hak hem de borç yüklemektedir. Mülkiyet hakkı kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabilir ve toplum yararına aykırı olarak da kullanılması engellenebilir. Ancak bu düzenleme, her halükârda devletin müdahalesinin orantılı olması gerektiği ve idarenin işlemlerinin yargısal denetime tabi olması gerekliliğini devre dışı bırakmayacaktır. Vatandaş, öngörülebilir yasal mevzuatla mülkü üzerinde temel bir hukuki güvenlik ve süreklilik bekleme hakkına sahiptir. 6 Şubat 2023 depremi gibi sonuçları çok ağır olan ve hala da acıları giderilemeyen bir olayın hatıraları hafızalarda tazeyken, halkı bir de geleceği için endişe içinde bırakmak en basit tabiri ile acımasız bir yöntemdir. Bu düzenleme ve yapılma şekli depremin başından beri uygulanagelen seçili kaos ve demografik yapının değiştirilmesini amaçlayan bir dizi işlemin devamından başka bir şey değildir.
Depremin üstünden bir yıl geçmişken hala 6 Şubat depreminin yarattığı etkiler sebebi ile sağlıksız koşulların devam ediyor olması, barınma hakkı sağlanmayan halkın kendisine verilen barakadan bozma yerlerde yanarak can veriyor olması, bir halkın kendi toprağında kalma ısrarında pes etmesini beklemenin sonunun gelmemesi… Planlı kaos yaratarak bir halkı yalnızlaştırmanın böylesine açık açık yapılması hukuk devleti ilkesinin Anayasada yalnızca sözde bir ilke olarak mı kaldığı sorusunu getiriyor akıllara.
Ehlen Dergisi’nin 3. sayısında yayımlanmıştır.